Da®kAngéLs
Mesaj Sayısı : 1302 Tecrübe Puanı : 3627 Kayıt tarihi : 05/01/10 Yaş : 30 Nerden : Geldim Ben Buraya? Ruh Hali : Reklam :
| Konu: “Kök-Değerler”in dirilticisi: Hz. İbrahim (as) Cuma Mayıs 07, 2010 12:45 pm | |
| Kur’an’a bakıldığında şunu çok rahatlıkla görebiliriz; Hz. İbrahim öncesi peygamberlerin hayatları Hz. Nuh hariç detaylı olarak anlatılmaz, sadece isimleri anılır. Adem kıssası insanlığın yaratılış kıssasıdır.Bizlere insanoğlunun hangi özelliklerde, yeteneklerde yaratıldığının ipuçlarını verir. Adem kıssasında da bir çok “kök-değer” gündeme getirilir: Adem ve eşi işledikleri hata karşısında tevbe edip Allah’a sığınmışlardır. Azgınlık göstermemiş, Allah’ın yol göstericiliğine kulak vermiş ve bağışlananlardan olmuşlardır. İşte insanın kendini müstağni (kendini yeterli görmek, tanrılaşmaya yeltenmek; [96:6-7]) görmeyerek azgınlaşmaktan uzak kalmaya çalışması bir “kök-değer”dir. Kök-değerler’in tarihî sıralama gözönünde bulundurulduğunda, etraflıca verildiği kıssa Hz. Nuh’un kıssasıdır. Hz. İbrahim ise bir nevi merkeze oturtularak, Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed öncesi “kök-değerler”in temsilcisi, yaşayanı ve yaşatanı olarak sunulur. Dahası onun üzerinden Yahudi ve Hıristiyanlara bir çağrı yapılır: Aranızdaki üstünlük, kurtulmuşluk kavgalarını bırakın, İbrahim’in hanif (doğruya yönelmiş) yoluna, “kök-değerler”in içselleştirildiği, yaşandığı yola dönün! Kur’an’ın deyişiyle İbrahim ne Yahudi ne de Hıristiyan idi, o Allah’a yönelen, O’na içten bağlı olan (muhlis), ahiret yurdunu düşünen, basiret sahibi, Rabb’inin nimetlerine şükreden hanif bir Muslim; Allah ile olan irtibatını köklü ve sürekli kılan, alemlerin Rabb’ine teslim olmuş birisiydi. Kısacası o güzel bir örnek (usvetun hasene) ve bir önder idi. Peki nedir, Hz. İbrahim’in insanlığın gündemine taşıdığı, dirilttiği bu kök-değerler? Bu kök-değerler; tevhid, namaz, infak (paylaşmak; sadaka, zekat vs.) ve hac’dır. Aslında bütün diğer “değerler” tevhid esasından mütevelliddirler. Kısacası hayat “İman ve Salih Amel” (ıslah eden eylemler) gibi iki kök-değer üzerine kurulmalıdır. Allah’ın insanlara unuttuklarını, fıtratlarını bozup ve sonucunda azgınlaşarak ilk etapta kendilerine, akabinde çevrelerine zulmetmeye başladıklarını hatırlatmak (zikr) için gelen bütün Resullerin, Nebilerin insanları çağırdıkları bu iki “kök-değer” olmuştur. İnsan ile Allah arasına sokulan putları kırmaya çalışandır İbrahim Hz. İbrahim sonuçta bir put kırıcıdır. Ancak bu put kırıcılığı taştan vs. yapılmış bir kaç putu kırmak olarak anlarsak Hz. İbrahim’e büyük haksızlık yapmış oluruz. Allah’ın yarattığı eserlere bakarak, O’nun varlığını vicdanlarımızda hissedebileceğimizin örnekliğini vermiştir o. İbrahimî okuyuş olarak adlandırabileceğimiz tarzda bütün dikkatleri nesnelerden, o nesnelerin yaratıcısına, Allah’a çekmiştir. Hz. İbrahim vermiş olduğu ay, yıldız ve güneş örnekleri üzerinden, bu mu/bunlar mı benim Rabbim? şeklinde, soru tarzıyla insanları düşünmeye sevketmiş ve böylece bütün dikkatleri bu nesnelerin yaratıcısı olan Allah’a yöneltmiştir. Şükreden (Şakir) ile müşrik arasındaki fark işte burada ortaya çıkmaktadır. Şükreden kişi bizatihi nesnelere yönelmeyip, nesnelerin yaratıcısını gören kişidir. Müşrik ise nesnelerin yaratıcısını göremeyip nesnelere yönelen, onları tanrılaştıran kişidir. Bunların tahtadan, taştan, betondan vs. olması hiç önemli değildir. Halbuki nesneler birer işarettir, insanı Allah’a götüren, yönelten göstergeler. Tıpkı Allah’ın sözlü ayetleri (işaret, gösterge) gibi. Putlar sadece insanların birer isimlendirmelerinden ibarettirler. Yani sanaldırlar, onların hiç bir gerçekliği ( [53:23]) (hakikat) yoktur. İbrahim’in yolunu takip eden kişi Allah’ın bütün mevcudatın varlık kaynağı olduğunu görendir, bilendir. Varlık alanına çıkmış her varlık O’nun sürekli yaratmasıyla, yaratılmışların hayatlarını devam ettirebilmelerinin bütün gereklerini ortaya çıkarmasıyla hayatiyetini sürdürür. Allah olmazsa hiçbir şeyin ol(a)mayacağının bilincidir bu. Herşey O’nundur, bütün kainat O’na aittir. O’nun “kun” emriyle yarattığı kainatın O’nun sürekli ilgisi olmadan çökeceğini, yok olacağını unutmayalım. Herşeyin O’na ihtiyacı vardır, O’nun ise hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. O varlığı ve birliği ile bölünmez bir bütündür (Samed). O, saf gerçek, mutlak hakikat, mutlak kemâl ve mutlak iyidir. O’nun ne bir zıddı ve ne de bir benzeri vardır. O sebepsiz olarak vardır ve bunun için zorunlu “Varlık”tır (Vacib’ul Vücûd). Böylece her varlığın mutlak sebebidir. Allah’ın kendisi Hayy olduğu gibi hayatı yaratan da O’dur. Bütün nimetleri bahşeden O’dur. İnsandan istenilen ise “Yaratıcı ve Rabb” olarak Allah’ı kabul etmesi, “Tevhid ve Salih Amel” ile hayatını anlamlandırma uğraşısı içerisinde olma gayretidir. İşte Hz. İbrahim’in insanlara anlatmak istediği budur. Allah’ı unutarak, araya putları koyarak dünyevileşmeyin, O’nunla olan irtibatınızı koparmayın. Nisbetli bir kişilik (ubudiyyet) ile bu dünya hayatınızı anlamlı kılma çabası içerisinde olun. Alemlerin yaratıcısı olarak Allah’ı bilen, kavrayan insan O’nun aynı zamanda alemlerin Rabbi olduğunu da görür. Hz.İbrahim’in Şuara Suresi’nde belittiği gibi: İnsanı yaratan, ona hidayet veren (yol gösteren) O’dur. Ona yediren ve içiren, hastalandığında şifa verecek olan O’dur. Onu öldürecek ve sonra diriltecek olan da O’dur. Yani dönüş şüphesiz Rabb’edir [96:8]. Din günü [1:3]) hatalarımı bağışlayacağını ummakta olduğum da O’dur ([26:69-83]). Paylaşım ahlakı ile dünyevîleşmenin önüne geçendir İbrahim Günümüz dünyasının en büyük sorununun “paylaşım” olduğunun farkındamıyız! Allah yeryüzüne rızkı potansiyel olarak indirmektedir. Bizlerden ise adil bir şekilde paylaşmamızı istemektedir. Malın sadece zenginler arasında dolaştırılan bir şey olmasını Allah menediyor [59:7]..Allah’ın bizlere emridir infak, yani paylaşmak (Hadid Suresi, [57:7]). Hz. İbrahim bu yönüyle de bilinmez mi? “Halil İbrahim sofrası” deyimi vardır. O, yolda kalmışlara, misafirlere, ihtiyaç sahiplerine kol kanat gerendir. O, mal (ekonomik güç) ve oğullarla (siyasi güç) övünen ve bunların insanı kurtaracağını düşünen biri değildir. İbrahim, karşıtlarını Allah’ı bırakıp dünya hayatında aralarında sevgi bağı olarak putları kabul eden, böylece nesnelere yönelerek dünyevîleşmeyi asıl haline getiren kişiler olarak yerer ([29:25]). Sad Suresi’nde Hz. Peygamber’e ve dolayısıyla bizlere, güç ve basiret sahibi olan kullara; İbrahim, İshâk ve Ya’kûb’un hatırlatılması belirtildikten sonra, Allah’ın onları asıl yurdu (Ahiret) düşünen ve içten bağlı (ihlas) kişiler kıldığından ve onların iyilerden (hayr) olduklarından bahsedilir ([38:45] [38:46] [38:47] [38:48] [38: 49]). Burada da üç “kök-değer”e değinildiğini görüyoruz. Asıl olanın ahiret yurdunu düşünerek, içten bağlı olarak ve hayır üzere bulunmaya çalışarak bu dünya hayatının yaşanması olduğuna. Yapılması gerekenin yeryüzündeki nimetler karşısında onları Vareden’e şükrederek, onları paylaşarak, adaleti sağlamaya çalışarak, ihtiras peşinde koşmayarak, zulümden uzak durarak bu dünya hayatımızı anlamlı kılmak olduğunu unutmayalım. Ve bizleri kurtaracak (felah) olan da bu ıslah edici eylemler olacaktır. Kendini kök-değerler için, onların yaşatılması için adamak: Kurban Hz. İbrahim’in oğlunu boğazlama girişimini nasıl anlamamız gerekir? Kur’an’da Allah’ın İbrahim’den oğlunu kesmesini istemesini (emr) göremiyoruz. İbrahim’in oğlunu rüyasında boğazladığını gördüğünü, durumu oğluna açtığında oğlunun bunu bir emr olarak algılayıp teslimiyet gösterdiğinden bahseder Kur’an. İbrahim en çok sevdiği varlığı kurban etmek isteyerek rüyayı gerçekleştirmiştir. Bir insanın boğazlanması sözkonusu olmadığından ona fidye olarak büyük bir zibh’in verildiği belirtilir Saffat Suresi’nde ([37:102-109]). Kur’an’ın tabiriyle Hz. İbrahim ve oğlu bu apaçık imtihanı başarı ile vermişlerdir. Hayvan boğazlama bu olayı hatırlatan bir semboldür (mensek) (Hac Suresi [22:34-38]). Her yıl Kurban Bayramı ile, hayvan boğazlanarak bu olay yâd edilir. Şimdi Hac Suresi’nde de belirtildiği üzere (Hac Suresi, [22:37]) bu hayvanların etleri ve kanları Allah’a ulaşmadığına göre ulaşanın bizim takvamız olduğuna göre fidye olarak verilen büyük bir zibh’den ne anlamamız gerekir? Kurban edilen şeylerin büyüklüğüne göre insanın değeri Allah katında artar. Alak Suresi’nin son ayetinde ( [96:19]) belirtildiği insan secde ederek, Rabb’in sözlü ve kevnî ayetlerine kulak vererek O’na yakınlaşır (karebe-Kurban). İnsanın kendini “kök-değerler” için adaması (fidye), onların yaşatılması için her türlü çabayı verdikten sonra, canını verme noktasında bu değerlerin yaşayacağını görüp, verilecek en son şey olan canı feda etmesi değil midir büyük bir zibh? İbrahim kıssasında anlatılanlar, gündeme getirilenler tabii ki, bunlarla sınırlı değildir. Bu yazıda asıllara işaretle yetinilmiştir. Vahyin, Hz. İbrahim’i Nuzul Vasatı’nda gündeme getirme tarzında kavmî kökenin değil de değerlerin belirleyici olması gerektiğine göndermede bulunduğunu da söyleyebiliriz. Büyük bir ihtimalle Hz. İbrahim ne Arab, ne de İbranî idi. Seçilmişlik kan bağından kaynaklanmaz, bilakis değerlerden neşet eder.igmg.de | |
|