WebOgrafya | Webin Coğrafyası.
Hz. Ömer'in Hayatı Uyeoll10
Sitemizi Firefox İnternet Tarayıcısıyla Daha İyi Görebilirsiniz.
Mozilla Firefox 3.6 Download
Sitemizden Yararlanmak İçin Üye Olun Yada Giriş Yapın.
WebOgrafya | Webin Coğrafyası.
Hz. Ömer'in Hayatı Uyeoll10
Sitemizi Firefox İnternet Tarayıcısıyla Daha İyi Görebilirsiniz.
Mozilla Firefox 3.6 Download
Sitemizden Yararlanmak İçin Üye Olun Yada Giriş Yapın.
WebOgrafya | Webin Coğrafyası.
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
WebOgrafya | Webin Coğrafyası.

Türkiye'nin Paylaşımcı Forumu
 
AnasayfaAramaLatest imagesKayıt OlGiriş yap


 

 Hz. Ömer'in Hayatı

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Da®kAngéLs
Felix F. | Bendeki Sen
Felix F. | Bendeki Sen
Da®kAngéLs


Mesaj Sayısı : 1302
Tecrübe Puanı : 3627
Kayıt tarihi : 05/01/10
Yaş : 30
Nerden : Geldim Ben Buraya?
Ruh Hali : Hz. Ömer'in Hayatı Saldir10
Reklam : Hz. Ömer'in Hayatı 2usehia

Hz. Ömer'in Hayatı Empty
MesajKonu: Hz. Ömer'in Hayatı   Hz. Ömer'in Hayatı EmptyCuma Mayıs 07, 2010 12:13 pm

İkinci Raşid Halife. İslâmı yeryüzüne yerleştirip, hakim kılmak için
Resulullah (s.a.s)'ın verdiği tevhidî mücadelede ona en yakın olan
sahabilerden biri. Hz. Ömer (r.a), Fil Olayından on üç sene sonra
Mekke'de doğmuştur. Kendisinden nakledilen bir rivayete göre o, Büyük
Ficar savaşından dört yıl sonra dünyaya gelmiştir (İbnül-Esîr,
Üsdül-Ğâbe, Kahire 1970, IV,146). Babası, Hattab b. Nüfeyl olup, nesebi
Ka'b'da Resulullah (s.a.s) ile birleşmektedir. Kureyş'in Adiy boyuna
mensup olup, annesi, Ebu Cehil'in kardeşi veya amcasının kızı olan
Hanteme'dir (bk. a.g.e., 145).

Kaynaklar Hz. Ömer (r.a)'in müslüman olmadan önceki hayatı hakkında
fazlaca bir şey söylemezler. Ancak küçüklüğünde, babasına ait sürülere
çobanlık ettiği, sonra da ticarete başladığı bilinmektedir. O, Suriye
taraflarına giden ticaret kervanlarına iştirak etmekteydi (H. İbrahim
Hasan, Tarihul-İslâm, Mısır 1979, I, 210). Cahiliyye döneminde Mekke
eşrafı arasında yer almakta olup, Mekke şehir devletinin sifare
(elçilik) görevi onun elindeydi. Bir savaş çıkması durumunda karşı
tarafa elçi olarak Ömer gönderilir ve dönüşünde onun verdiği bilgi ve
görüşlere göre hareket edilirdi. Ayrıca kabileler arasında çıkan
anlaşmazlıkların çözümünde etkin rol alır ve verdiği kararlar
bağlayıcılık vasfı taşırdı (Suyûtî, Tarihul-Hulefâ, Beyrut 1986, 123;
Üsdül-Ğâbe, IV, 146).

Hz. Ömer, sert bir mizaca sahip olup, İslâma karşı aşırı tepki
gösterenlerin arasında yer almaktaydı. Sonunda o, dedelerinin dinini
inkâr eden ve tapındıkları putlara hakaret ederek insanları onlardan yüz
çevirmeğe çağıran Muhammed (s.a.s)'ı öldürmeye karar vermişti. Kılıcını
kuşanarak, Peygamberi öldürmek için harekete geçmiş, ancak olayın
gelişim şekli onun müslümanların arasına katılması sonucunu doğurmuştu.
Tarihçilerin ittifakla naklettikleri rivayete göre, Ömer (r.a)'in
müslüman oluşu şöyle gerçekleşmişti: Ömer, Resulullah (s.a.s)'ı öldürmek
için onun bulunduğu yere doğru giderken, yolda Nuaym b. Abdullah ile
karşılaştı. Nuaym ona, böyle öfkeli nereye gittiğini sorduğunda o,
Muhammed (s.a.s)'i öldürmeye gittiğini söylemişti. Nuaym, Ömer'in ne
yapmak istediğini öğrenince ona, kızkardeşi ve eniştesinin yeni dine
girmiş olduğunu söyledi ve önce kendi ailesi ile uğraşması gerektiğini
bildirdi. Bunu öğrenen Ömer (r.a), öfkeyle eniştesinin evine yöneldi.
Kapıya geldiğinde içerde Kur'an okunmaktaydı. Kapıyı çalınca,
içerdekiler okumayı kesip, Kur'an sayfalarını sakladılar. İçeri giren
Ömer (r.a), eniştesini dövmeye başlamış, araya giren kızkardeşinin
aldığı darbeden dolayı burnu kanamıştı. Kızkardeşinin ona, ne yaparsa
yapsın dinlerinden dönmeyeceklerini söyleyerek kararlılığını bildirmesi
üzerine, ona karşı merhamet duyguları kabarmaya başlamış ve okudukları
şeyleri görmek istediğini söylemişti. Kendisine verilen sahifelerden
Kur'an ayetlerini okuyan Ömer (r.a), hemen orada imân etti ve Resulullah
(s.a.s)'ın nerede olduğunu sordu. O sıralarda müslümanlar, Safa
tepesinin yanında bulunan Erkam (r.a)'ın evinde gizlice toplanıp ibadet
ediyorlardı. Resulullah (s.a.s)'ın Daru'l-Erkam'da olduğunu öğrenen Ömer
(r.a), doğruca oraya gitti. Kapıyı çaldığında gelenin Ömer olduğunu
öğrenen sahabiler endişelenmeye başladılar. Zira Ömer silahlarını
kuşanmış olduğu halde kapının önünde duruyordu. Hz. Hamza: "Bu Ömer'dir.
İyi bir niyetle geldiyse mesele yok. Eğer kötü bir düşüncesi varsa, onu
öldürmek bizim için kolaydır" diyerek kapıyı açtırdı. Resulullah
(s.a.s), Ömer (r.a)'ın iki yakasını tutarak;

"Müslüman ol ya İbn Hattab! ALLAHım ona hidayet ver!" dediğinde, Ömer
(r.a), hemen Kelime-i Şehadet getirerek imân ettiğini açıkladı (İbn
Sa'd, Tabakatu'l Kübra, II, 268-269; Üsdül-Ğâbe, IV, 148-149; Suyûtî,
Tarihu'l-Hulefa, Beyrut 1986, 124 vd.).

Rivayetlere göre Ömer (r.a)'ın müslüman oluşu, Resulullah (s.a.s)'ın
yapmış olduğu; ALLAHım! İslâmı Ömer b. el-Hattab veya Amr b. Hişam (Ebû
Cehil) ile yücelt" şeklinde bir duanın sonucu olarak gerçekleşmişti
(İbnul-Hacer el-Askalânî, el-İsâbe fi Temyîzi's-Sahâbe, Bağdat t.y., II,
518; İbn Sa'd, aynı yer; Suyûtî, a.g.e., 125).

Ömer (r.a), risaletin altıncı yılında müslüman olmuştur. O, iman
edenlerin arasına katıldığı zaman müslümanların sayısı yetmiş seksen
kişi kadardı (İbn Sa'd, aynı yer).

Mekkeli müşriklerin, gösterdiği zorbaca tepkiden dolayı müslümanlar,
Beytullah'a gidip namaz kılamıyor ve ancak gizlice bir araya
gelebiliyorlardı. Ömer (r.a) müslüman olunca doğruca Beytullah'ın yanına
gitti ve müslüman olduğunu haykırdı. Orada bulunanlar şiddetli tepki
gösterdi. Ancak o, müşriklere karşı savaşını sürdürerek onların,
müslümanlara gösterdiği muhalefeti kırdı ve bir avuç müslümanla birlikte
herkesin gözü önünde Beytullah'ta namaza durdu. Onun bu şekilde
saflarına katılması müslümanlara büyük bir moral desteği sağlamıştı.
Abdullah İbn Mes'ud'un; "Ömer'in müslüman oluşu bir fetihti"
(Üsdül-Ğâbe, IV,151; İbn Sa'd, a.g.e., III, 270) sözü bunu açıkça ortaya
koymaktadır. Taberî'nin İbn Abbas'tan tahric ettiği bir hadise göre,
müslümanlığını ilk ilân eden kimse Hz. Ömer (r.a) olmuştur (Suyûtî,
a.g.e.,129). Ömer (r.a) benliğini kuşatan imanın verdiği heyecanla,
küfre karşı açık ve net bir şekilde, hiç bir tehdide aldırış etmeden
mücadele ediyordu. Müşrikler, şecaat ve kararlılığını eskiden beri
bildikleri için ona sataşmaya cesaret edemiyorlardı.

Müslüman olduktan sonra sürekli Resulullah (s.a.s)'ın yanında bulunmuş,
onu korumak için elinden gelen gayreti göstermiştir.

O, imân ettikten sonra müşriklere karşı çok sert davranmış ve dinini her
ortamda, kimseden çekinmeden herkese meydan okuyarak savunmuştur. İslâm
tebliğinin yeni bir veche kazanması için Medine'ye hicret emrolunduğu
zaman müslümanlar Mekke'den gizlice Medine'ye göç etmeye
başladıklarında, Hz. Ömer, gizlenme ihtiyacı duymamıştı. Ömer (r.a),
beraberinde yirmi arkadaşı olduğu halde Medine'ye doğru yola çıkmıştı.
Hz. Ali (r.a) onun hicretini şu şekilde anlatmaktadır: "Ömer'den başka
gizlenmeden hicret eden hiç bir kimseyi bilmiyorum. O, hicrete
hazırlandığında kılıcını kuşandı, yayını omuzuna taktı, eline oklarını
aldı ve Kâ'be'ye gitti. Kureyş'in ileri gelenleri Kâ'be'nin avlusunda
oturmakta idiler. O, Kâ'be'yi yedi defa tavaf ettikten sonra, Makâm-ı
İbrahim'de iki rek'at namaz kıldı. Halka halka oturan müşrikleri tek tek
dolaştı ve onlara; "Yüzler pisleşti. Kim anasını evladsız, çocuklarını
yetim, karısını dul bırakmak istiyorsa şu vadide beni takip etsin" dedi.
Onlardan hiç biri onu engellemeye cesaret edemedi (Suyûtî, a.g.e.,
130). Bunun içindir ki İbn Mes'ud;

"Onun hicreti bir zaferdi" (İbn Sa'd, aynı yer; Üsdül-Ğâbe, IV, 153)
demektedir.

Ömer (r.a), Medine dönemi boyunca İslamın yücelişini etkileyen bütün
olaylara aktif olarak iştirak etmiştir. Resulullah (s.a.s)'ın önemli
kararlar alacağı zaman görüşlerine başvurduğu kimselerin başında Ömer
(r.a) gelir. Onun ileri sürdüğü görüşler o kadar isabetliydi ki; bazı
ayetler onun daha önce işaret ettiğine uygun olarak nazil oluyordu.
Resulullah (s.a.s) onun bu durumunu şu sözüyle ifade etmekteydi: "ALLAH,
hakkı Ömer'in dili ve kalbi üzere kıldı" (Üsdül-Ğâbe, IV, 151).

Ömer (r.a), Bedir, Uhud, Hendek, Hayber vb. gazvelerin hepsine ve çok
sayıda seriyyeye katılmış, bunların bansında komutan olarak görev
yapmıştır. Bunlardan biri Hicretin yedinci yılında Havazinliler'e karşı
gönderilen seriyyedir.

Ömer (r.a), bütün meselelere karşı net ve tavizsiz tavır koymakla
tanınır. Onun küfre karşı düşmanlığı; müşriklerin, İslâma karşı olan
saldırılarını hazmedememe konusundaki hassasiyeti; bazı kararlara
şiddetle karşı çıkmasına sebep olmuştur. Hudeybiye'de yapılan anlaşmanın
müşrikler lehine görünen maddelerine karşı çıkışı bunlardan biridir.
Ancak o, Resulün, ALLAH Teâlâ'nın gösterdiği doğrultuda hareket etmekten
başka bir şey yapmadığı uyarısı karşısında, hemen kendini toparlamış ve
olayın iç gerçeğini kavramıştı.

Resulullah (s.a.s)'ın vefatının hemen peşinden ortaya çıkan karışıklığın
Hz. Ebû Bekir'in halife seçilmesiyle yok edilmesinde Hz. Ömer büyük rol
oynamıştır. Hz. Ebû Bekir'in kısa halifelik döneminde en büyük
yardımcısı Ömer (r.a) olmuştur.

Hz. Ebû Bekir (r.a) vefat edeceğini anladığında, Hz. Ömer'i kendisine
halef tayin etmeyi düşünmüş ve bu düşüncesini açıklayarak bazı
sahabilerle istişarelerde bulunmuştu. Herkes Ömer (r.a)'ın fazilet ve
üstünlüğünü kabul etmekle beraber, onu bu iş için biraz sert mizaclı
buluyorlardı. Hatta Talha (r.a) ve diğer bazı sahabiler ona; "Rabbin
seni Ömer'i hafife tayin ettiğinden dolayı sorgularsa ona ne cevap
vereceksin? Bilirsin ki Ömer oldukça sert bir kimsedir" demişlerdi. Hz.
Ebû Bekir onlara; "Derim ki: ALLAHım! Kullarının en iyisini onlara
halife yaptım" karşılığını vermişti. Sonra da Hz. Osman'ı çağırarak bir
kâğıda Hz. Ömer'i halife tayin ettiğini yazdırdı. Kâğıt katlanıp
mühürlendikten sonra, Hz. Osman dışarı çıkarak insanlardan kâğıtta
yazılı olan kimseye bey'at edilmesini istedi. Oradakilerin bey'at
etmesiyle Hz. Ömer'in II. Raşid halife olarak iş başına gelişi
gerçekleşmiş oldu (Üsdü'l-Ğâbe, IV,168-199; İbn Sad, a.g.e., III, 274
vd.; Suyûtî a.g.e., 92-94).

Hz. Ömer Döneminde İslam Devleti ve Fetihler

Resulullah (s.a.s)'ın sağlığında Arap yarımadası İslâmın hakimiyetine
boyun eğdirilmiş ve insanlar bölük bölük ihtida ederek müslümanlarla
bütünleşmişlerdi.

Bunun peşinden Resulullah (s.a.s), İslam tebliğinin insanlara
ulaştırılmasının önünde bir set teşkil eden, müşrik zalim güçlerden biri
olan Bizans imparatorluğuna karşı askerî seferleri başlatmıştı. Ebû
Bekir (r.a), Resulullah (s.a.s)'ın vefatından hemen sonra ortaya çıkan
Ridde hareketlerini bastırdıktan sonra, Bizans hakimiyetindeki
topraklara askerî akınlar başlatmış, öte taraftan çağın despot
devletlerinden ikincisi olan İran imparatorluğuna karşı da askerî
faaliyetlere girişmişti. Hz. Ömer (r.a)'in üzerine düşen, bu siyaseti
devam ettirmekten ibaretti. Hz. Ömer bir taraftan Suriye'nin fethinin
tamamlanması için gayret gösterirken, öte taraftan İran cephesinde
netice almak için ordular sevkediyordu. Kadisiye savaşıyla İran ordusu
hezimete uğratılmış ve Kisrâ, saraylarını İslam ordusuna terk ederek
doğuya kaçmak zorunda kalmıştı. Peşpeşe gönderilen ordularla İranın bazı
bölgeleri savaş ile, bazı bölgeleri de sulh yoluyla İslam'ın
hakimiyetine boyun eğdirilmişti. Kuzeye yönelen Muğîre b. Şu'be,
Azerbaycanı sulh yoluyla ele geçirmişti. Ermenistan bölgesi fethedilen
yerler arasındaydı.

Suriye'nin fethi tamamlandıktan sonra bu bölgedeki askerî harekât batıya
doğru kaydırıldı. Etraftaki şehir ve kasabalar fethedildikten sonra
Kudüs kuşatma altına alındı. Şehirdeki hristiyanlar bir süre
direndilerse de sonunda barış istemek zorunda kaldılar. Ancak,
komutanlardan çekindikleri için şart olarak şehri bizzat halifeye teslim
etmek istediklerini bildirmişlerdi. Durum Ebu Ubeyde tarafından bir
mektupla Hz. Ömer (r.a)'a bildirildi. Hz. Ömer (r.a) Ashabın ileri
gelenleriyle istişare ettikten sonra, Medine'den komutanlarıyla
buluşmayı kararlaştırdığı Cabiye'ye doğru yola çıktı. Cabiye'de yapılan
bir anlaşmadan sonra Hz. Ömer, bizzat Kudüs'e kadar giderek şehri teslim
aldı (H.16-M. 637). Hz. Ömer (r.a) kısa bir müddet Kudüs'te kaldıktan
sonra Medine'ye geri döndü.

Bu arada İran cephesinde durumlar karışmaya başlamıştı. Hz. Ömer,
bölgede bulunan orduları takviye ederek İran meselesini kesin bir sonuca
bağlamaya karar verdi. Hicri 21 yılında başlayan ve sürekli takviye
edilen akınlarla Azerbaycan ve Ermenistan da dahil olmak üzere,
Horasan'a kadar bütün İran toprakları İslam devletinin sınırları içine
alınmış ve Fars cephesinde askerî harekâtlar tamamlanmıştı.

Öte taraftan Amr b. el-As, hazırlayıp uygulamaya koyduğu harekât
planıyla Mısır'ı fethetmeyi başarmış, müslümanları Mısır'dan geri
püskürtmek için İskenderiyede hazırlıklara girişen Bizanslıların üzerine
yürüyerek burayı ele geçirmişti (H. 21). Böylece Suriye'den sonra,
Mısır'da da Bizans'ın hakimiyetine son verilmiş oluyordu (Şibli Numanî,
Bütün yönleriyle Hz. Ömer ve Devlet İdaresi, Terc. Talip Yasar Alp,
İstanbul t.y., I, 285-286).

İslam ordularının fethettiği bölgelerdeki halk, müslümanlardan
gördükleri müsamaha ve âdil davranışlardan etkilenerek kitleler halinde
İslâma giriyorlardı. Asırlarca Bizans ve İran devletlerinin zulmü
altında ezilen, horlanan topluluklar İslâmın kuşatıcı merhameti ile yüz
yüze geldiklerinde müslüman olmakta tereddüt göstermiyorlardı. Kendi
dinlerinden dönmek istemeyenler ise hiç bir baskıya maruz kalmadıkları
gibi, geniş bir inanç hürriyetine kavuşuyorlardı.

Hz. Ömer, bir taraftan İslâmın insanlığa tebliğinin önündeki engelleri
kaldırmak için ordular sevkederken, öte taraftan da henüz müesseselerine
kavuşmamış bulunan devleti teşkilatlandırmaya çalışıyordu.

Hz. Ömer'den önce, orduya katılan askerler ve bunlara dağıtılan paralar
belirli defterlere yazılıp kayıt altına alınmazdı. Bu durum normal
olarak bazı karışıklıkların çıkmasına sebep olur, gelir ve giderlerin
hesabı yapılamazdı. İlk zamanlar buna pek ihtiyaç da yoktu. Ancak
devletin sınırları genişlemiş ve bu geniş coğrafya içerisinde devletin
etkinliğini sağlayabilmek için idarî düzenlemeler yapılması zarureti
doğmuştu. O, ilk olarak askerlerin kayıtlarının tutulduğu ve fey ve
ganimet gelirlerinin dağıtımının kaydedildiği "divan" teşkilatını kurdu.

Ayrıca, Suriye ve Irak'ta bulunan divanlar varlıklarını korumuşlardır.
Bunlar vergilerin toplanması ile alakalı çalışmaları yürütmekteydiler.
Suriye ve Irak'taki divanlar her ne kadar İran ve Bizans malî
teşkilatından kalma idiyse de, onun Medine'de tesis ettiği divan hiçbir
yabancı tesir söz konusu olmaksızın, ortaya çıkan ihtiyaçları karşılamak
için kurulmuştur.

Hz. Ömer, feyden elde edilen gelirlerden verdiği atıyyeleri bir
gruplandırmaya tabi tutmuştur.

Hz. Ömer, yargı (kaza) işlerini bir düzene koymak için valilerden ayrı
ve bağımsız çalışan kadılar tayin eden ilk kimsedir. O, Kufe'ye, Şureyh
b. el-Haris'i, Mısır'a da Kays b. Ebil-As es-Sehmî'yi kadı tayin
etmiştir. Onun Medine'deki kadısı Ebû Derda (r.a)'dır. Bu dönemin
tanınmış kadılarından birisi de Ebu Mûsa el-Eşari'dir. Hz. Ömer, tayin
ettiği kadılara, görevlerini ne şekilde ifa etmeleri gerektiğine dair
talimatlar verir ve onların bu çerçeve dışına çıkmamalarını tenbihlerdi
(Mustafa Fayda, Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, İstanbul 1986, II,
176-177).

Hz. Ömer (r.a)'ın, üzerinde titizlikle durduğu ve asla müsamaha
göstermediği en önemli konu adâlet meselesiydi. O, mevki, rütbe,
soyluluk vb. hiçbir ayırım gözetmeden hakların sahiplerine verilmesi
için çok şiddetli davranmıştır. Bu konuda onun yanında bir köle ile
efendisi arasında bir fark yoktur.

O, her tarafta adâletin eksiksiz yerine getirilmesi, muhtaç ve yoksul
kimselerin gözetilmesi için ülkenin en ücra köşelerindeki durumlardan
zamanında haberdar olmak için imkân oluşturmaya çalıştı. O, muhtaç
kimseler konusunda din ayırımı gözetmemiş, hristiyan ve yahudilerden
olan yoksullara da yardımlarda bulunmuştur.

Devletin temel görevlerinden birisi ilmin insanlara ulaştırılmasıdır.
Hz. Ömer, fethedilen bölgelerde okullar açmış, buralara müderrisler
tayin etmiş ve Kur'an-ı Kerim'i okumak ve onunla amel edebilmek için
gerekli olan eğitimin verilmesini sağlama yolunda gayret sarfetmiştir.
İslâm'ın, müslüman olan insanlara öğretilmesi ve tebliğ çalışmalarının
yürütülmesi için sahabîlerden ve diğer âlimlerden istifade etmiş ve
onları değişik bölgelerde görevlendirmiştir. Kur'an, Hadis ve Fıkıh
öğretimi ile uğraşan bu âlimlere büyük meblağlar tutan maaşlar
bağlamıştır. Hz. Ömer, devletin her tarafında camiler inşa ettirmişti.
Onun zamanında dört bin tane cami yapılmış olduğu rivayet edilmektedir
(Ahmed en-Nedvi, Asrı Saadet, Terc. Ali Genceli, İstanbul 1985, I, 317).

İlk defa bir takvimin kullanılmasına Hz. Ömer zamanında ihtiyaç duyulmuş
ve böylece Hicret esas alınarak oluşturulan takvimle devlet işlerinde
tarihleme açısından ortaya çıkan problemler ortadan kaldırılmıştır (H.
16).

İslâm devleti, bağımsız bir devlet olmasına ve çok geniş bir coğrafî
sahayı kaplayan ekonomik faaliyetlerin yürütülmesine rağmen, kullanılan
paralar yabancı kaynaklıydı. Irak ve İran bölgelerinde Fars dirhemleri;
Suriye ve Mısır taraflarında da Bizans dinarları tedavülde
bulunmaktaydı. Bu durum o devirde henüz hissedilmeye başlanmamış olsa
bile, bir ekonomik baskı tehlikesini beraberinde getirmekteydi. Hz.
Ömer'in, devleti müesseselere kavuşturup yapısını sağlamlaştırmaya
çalışırken, bu duruma da müdahale etmemesi düşünülmezdi. O, Hicri 17 de
para bastırarak piyasaya sürdü. Ayrıca Halid b. Velid'in Taberiye'de
Hicrî 15 tarihinde dinar darbettirdiği de bilinmektedir (Hassan Hallâk,
Dırâsât fî Tarihil-Hadâretil-İslamiye, Beyrut 1979, 13-15).

Hz. Ömer (r.a), İslâm devletinin dışarıdan gelebilecek saldırılara karşı
güvenliğini sağlamak ve orduları düşman bölgelerine yakın yerlerde
bulundurabilmek için ordugah şehirler tesis etmiştir. İran ve Hindistan
taraflarından gelebilecek deniz akınlarına karşı Basra ordugah şehri
kuruldu. Bu şehrin mevkii bizzat Hz. Ömer tarafından tesbit edilmiştir.
O, bu iş için Utbe b. Gazvan'ı görevlendirmişti. Utbe, sekizyüz adamıyla
o zaman boş ve ıssız olan Haribe bölgesine gelip H. 14 yılında Basra
şehrinin inşasına başladı.

Sa'd b. Ebi Vakkas, Kadisiye'de kazandığı büyük zaferden sonra İran
içlerine akınlara başlamıştı. Onun ordusu Medâin'de bulunmaktaydı. Ancak
buranın ikliminin Arap askerlerin sağlığını olumsuz yönde etkilediği
anlaşılınca, Hz. Ömer, Sa'd'a iklim bakımından uygun ve merkez ile
arasında deniz bulunmayan bir yer bulup burada bir şehir kurması
talimatını verdi. Bu iş için görevlendirilen Selmân ve Huzeyfe, Kufe
mevkiini uygun buldular. H. 17 de kurulan bu ordugah şehir kırk bin
kişiyi iskân edebilecek büyüklükte inşa edildi.

Amr b. el-As, Mısır'ı fethettikten sonra İskenderiye'yi karargah edinmek
için Hz. Ömer (r.a)'dan izin istedi. Hz. Ömer (r.a), haberleşme
açısından endişe duyduğu için Kendisiyle Mısır'daki kuvvetler arasında
bir nehrin bulunmasını kabul etmedi. Amr, Nil'in doğu yakasına geçerek
burada Fustat adlı şehri kurdu (H. 21). Bu ordugah şehirlerinden başka
yine askerî amaçlı merkezler de oluşturulmuştur.

Hz. Ömer'in idare anlayışı Hz. Ömer, toplumu ilgilendiren meselelerde
karar vereceği zaman müslümanların görüşüne başvurur, onlarla istişare
ederdi. O "istişare etmeden uygulamaya konulan işler başarısızlığa
mahkûmdur" demekteydi. İstişarede takip ettiği yöntem şuydu: Önce
meseleyi müslümanların ulaşabildiği çoğunluğu ile görüşür, peşinden
Kureyşliler'in düşüncesini sorar, son olarak da sahabilerin görüşlerini
alırdı. Böylece en isabetli fikir ortaya çıkar ve uygulamaya konulurdu.
Hz. Ömer, müslümanların yaptığı işlerde bir hata gördükleri zaman
kendisini uyarmalarını isterdi. Başka dinlere mensup olup, zımmî
statüsünde bulunan kimselerle alâkalı işlerde de onların görüşlerine baş
vurur ve meseleyi onlarla istişare ederdi. Bu durum Hz. Ömer'in adâlet
anlayışının ne kadar kapsamlı olduğunu ortaya koymaktadır.

Hz. Ömer idarede görevlendirdiği memurlarına karşı oldukça sert
davranır, onların bir haksızlıkta bulunmalarına asla göz yummazdı. Halka
karşı ise son derece şefkatle yaklaşır, onların varsa gizledikleri
problemlerini öğrenip çözümlemek için gece-gündüz uğraşıp dururdu. O bu
hassasiyetini: "Fırat kıyısında bir deve helak olsa, ALLAH bunu Ömer'den
sorar diye korkarım" sözü ile ortaya koymaktadır. Hz. Ömer, merkezden
uzak bölgelerde halkın durumunu yakından görmek için seyahatler yapma
yoluna gitmişti. O, insanların çeşitli dertlerini uzak diyarlarda
olmaları sebebiyle kendisine ulaştıramadıklarından endişe ediyordu. Bazı
bölgeleri dolaşmasına rağmen başka yerlere gitmeyi tasarladığı halde
ömrü o şehirlere ulaşmasına yetmemişti. İslâm tarihinde adâletin timsali
olarak yerini alan Hz. Ömer (r.a) hakkında rivayet edilen şu olay onun
bu sıfatla bütünleşmiş olduğunun en açık delilidir.

Bir defasında Eslem'le birlikte Harra taraflarında (Medine'nin dış
bölgesi) dolaşırlarken ışık yanan bir yer gördü ve Eslem'e; "Şurada,
gecenin ve soğuğun çaresizliğine uğramış biri var. Haydi onların yanına
gidelim" dedi. Oraya gittiklerinde bir kadını iki çocuğuyla üzerinde
tencere bulunan bir ateşin etrafında otururken gördüler. Hz. Ömer,
onlara; "Işıklı aileye selâm olsun" dedi. Kadın selâmı aldıktan sonra
yanlarına yaklaşmak için izin alan Hz. Ömer ona yanındaki çocukların
neden ağladıklarını sordu. Kadın, karınlarının aç olduğunu söyleyince,
Hz. Ömer merakla tencerede ne pişirdiğini sordu. Kadın, tencerede su
bulunduğunu, çocukları yemek pişiyor diye avuttuğunu söyledi ve; "ALLAH
bunu Ömer'den elbette soracaktır" diye ekledi. Hz. Ömer, ona; "Ömer bu
durumu nereden bilsin ki?" diye sorduğunda kadın;

"Madem bilemeyecekti ve unutacaktı neden halife oldu" karşılığını verdi.
Hz. Ömer bu cevap karşısında irkilerek Eslem'le birlikte doğruca erzak
deposuna gitti. Doldurdukları yiyecek çuvalını Eslem taşımak istedi.
Ancak Hz. Ömer (r.a); "Kıyamet gününde benim yüküme ortak olacak
değilsin. Onun için bırak da yükümü kendim taşıyayım" diyerek buna izin
vermedi; çuvalı omuzuna aldı ve kadının bulunduğu yere götürdü. Orada
bizzat yemeği Hz. Ömer (r.a) hazırlayıp pişirdi ve onları doyurdu.
Eslem; "O, ateşe üflerken şakakları arasından çıkan dumanları
seyrediyordum" demektedir. Hz. Ömer oradan ayrılırken kadın; "Siz bu işe
Ömer'den daha layıksınız" dedi. Hz. Ömer;

"Ömer'e dua et. Bir gün onu ziyarete gidersen beni orada bulursun" dedi.

Bu onun insanlara yardım etmede ve mağduriyetlerini gidermede gösterdiği
hassasiyetin örneklerinden sadece bir tanesidir.

İlmi

Hz. Ömer'in fıkıh ilminde ayrı bir yeri vardır. O, her yönüyle devleti
teşkilatlandırmaya çalışırken diğer taraftan da bu teşkilatlanmanın alt
yapısı olan ilmî gelişmeyi sağlayabilmek için gayret sarfediyordu. Fıkıh
usulünün oluşumu Hz. Ömer (r.a) ile başlar. Fıkıh ilminin temellerini
meydana getiren kaideleri, karşılaştığı kazâî ve idarî meseleleri çözüme
kavuştururken takip ettiği yöntemlerle belirlemeye başlamıştır. Ondan
sahih senetlerle rivayet olunan fıkhî hükümlerin sayısı birkaç bini
bulmaktadır. Hz. Ömer'in içtihadlarının İslâm hukuku açısından çok büyük
bir önemi vardır ve Resulullah (s.a.s)'ın hadislerinden başka hiç bir
şey onun bu içtihadlarının üzerinde değildir (Muhammed Revvâs Kal'acı,
Mevsuatu Fıkhı Ömer b. el-Hattab, 1981, 8; Bu kitabta Hz. Ömer'in Fıkhî
içtihadları bir araya toplanarak ansiklopedik bir tarzda tasnif
edilmiştir).

Hz. Ömer (r.a), Hadis rivayeti konusunda çok titiz davranmıştır. O,
Peygamber (s.a.s)'den hadis rivayet eden bazı kimseleri sorguya çekmiş,
onlardan rivayet ettikleri hadisler için şahid istemişti. Hz. Ömer'in
kendisinden beş yüz otuz dokuz hadis rivayet edilmiştir (Suyutî, a.g.e.,
123).

Ayrıca o, Kur'an-ı Kerim'in te'vil ve tefsirinde ilim sahibiydi. İbn
Ömer'den rivayet edildiğine göre, kendisine Resulullah (s.a.s)
hayattayken kimlerin fetva verdiği sorulduğunda: "Ebu Bekir ve Ömer'den
başkasının fetva verdiğini bilmiyorum" karşılığını vermişti (H.İ. Nasan,
İslâm Tarihi, İstanbul 1985, I, 319).

Şahsiyeti Hz. Ömer, inandığı şeyi yerine getirme hususunda şiddetli
davranmakla tanınır. O, müslüman olmadan önce ilk iman edenlere karşı
sert muamele etmişti. Müslüman olduktan sonra ise bu sertliği İslâm'ın
lehine müşriklere karşı yönelmiştir.

Hz. Ömer Halife olduktan sonra da doğruların uygulanması ve hakkın elde
edilmesi konusunda titiz davranmaya ve en ufak ayrıntıları bile bizzat
takip etmeye aşırı dikkat göstermiştir. O, bir şeyi emrettiği veya
yasakladığı zaman ilk önce kendi ailesinden başlardı. Aile fertlerini
bir araya toplayarak onlara şöyle derdi; "Şunu ve şunu yasakladım.
İnsanlar sizi yırtıcı kuşun eti gözetlediği gibi gözetlerler. ALLAH'a
yemin ederim ki, her hangi biriniz bu yasaklara uymazsa onu daha
fazlasıyla cezalandırırım".

Sert bir mizaca sahip olmasına rağmen insanlara karşı oldukça mütevâzî
davranırdı. Geniş toprakları, güçlü orduları olan bir devletin başkanı
olması onu diğer insanlar gibi mütevazî ve sade bir hayat yaşamaktan
alıkoyamamıştır. Pahalı, lüks elbiseler giymekten kaçınır, diğer
insanlar gibi gerektiğinde alelade işlerle uğraşmaktan çekinmezdi.
Tanımayan kimse onun müslümanların halifesi olduğunu asla anlayamazdı.
Çünkü çoğu zaman giydiği elbise yamalarla doluydu.

Hz. Ömer güçlü bir hitabet kudretine sahipti ve konuşurken beliğ bir
uslubla konuşurdu. Onun üstün kabiliyeti yazı için de geçerliydi.
Valilerine yazmış olduğu talimatları ve mektupları Arap dili için bir
numune addedilmekteydi. Hz. Ömer şiire de ilgi duyan ve şiir zevki olan
sahabilerden birisidir. Çok sayıda Arap şairlerinin şiirlerini
ezberlemiş, az da olsa şiir yazmıştır.

Hz. Ömer ibadet ederken bütün benliğiyle Rabbine yönelirdi. Halife
olduktan sonra gündüz işlerinin yoğun olmasından dolayı nafile
namazlarını gece kılar, ev halkını sabah namazına; "ve namazı ailene
emret" (Tâhâ, 20/132) mealindeki ayeti okuyarak uyandırırdı. O, her sene
haccetmeyi asla ihmal etmez ve hac farizasını yerine getirmek için
Mekke'ye gelen hacılara bizzat riyaset ederdi. Rabbine karşı duyduğu
sorumluluğun altında öylesine ezilirdi ki, kıyamet günü hesaptan,
cezasız kurtulmayı başarabilirse sevineceğini söylerdi. O, ölüm
döşeğinde bu endişesini şu anlamdaki bir beyitle dile getiriyordu:

"Müslüman oluşum, namazları kılıp, orucu tuttuğum müstesna, nefsime
zulmetmiş bulunuyorum" (Şıblî, a.g.e., II, 373).

Hz. Ömer (r.a)'in, şahsi hayatı oldukça sadeydi. Hz. Ömer (r.a), Bizans
ve İran'a karşı büyük ordular sevkeden ve onları tarihlerinde pek nadir
tattıkları sürekli yenilgilerle perişan eden güçlü ve muktedir bir
devletin başkanıdır. Ama o buna rağmen yamalı elbiseler, eskimiş sarık
ve yırtık ayakkabılarla hayatını sürdüren bir kişidir. O, bazen dul bir
kadına su taşırken görülür, bazan da günün yorgunluğunu hafifletmek için
mescid'in çıplak zemini üzerinde uyuduğuna şahit olunurdu. Medine'den
Mekke'ye çok sayıda yolculuk yapmış olduğu halde hiç bir zaman yanına
çadır almamış ve yolda, bir çarşafı dalların üzerine gererek basit bir
şekilde dinlenmeyi tercih etmiştir. Yine bir gün, Ahnef b. Kays yanında
Arapların ileri gelenlerinden bazı kimselerle birlikte Hz. Ömer (r.a)'i
ziyarete gitmiş; onu, elbisesinin eteklerini beline sıkıştırmış olduğu
halde koşar bir vaziyette bulmuştu. Ömer (r.a), Ahnef'i gördüğünde ona;
"Gel de kovalamaya katıl. Devlete ait bir deve kaçtı. Bu malda kaç
kişinin hakkı olduğunu biliyorsun" dedi. Bu esnada biri ona neden
kendini bu kadar üzdüğünü ve deveyi yakalamak için bir köleyi
görevlendirmediğini söyleyince O; "Benden daha iyi köle kimmiş?" diyerek
karşılık vermiştir (Şıblî, a.g.e., I, 384-385). Günlük yaşayışını
gösteren bu örnekler, Hz. Ömer (r.a)'ın ümmetin sorumluluğunu üstlenen
kimselerin yüklenmiş oldukları görevleri ne şekilde yerine getirmeleri
ve makamlarının cazibesine kapılıp sıradan insanların yaşayış tarzından
kopmadan hükmetmeleri gerektiğini, çağları aşan bir örnek sergileyerek
ortaya koymuştur. Bir devlet başkanı ancak bu şekilde, insanlardan ve
onların günlük yaşamlarından kopmadan âdil bir yönetim kurabilir. Hz.
Ömer (r.a)'a âdil sıfatını kazandıran, onun bu şekilde İslâm'ı yeryüzüne
hakim kılma yolunda varlığını ortaya koymuş olmasıdır. Hz. Ömer (r.a)
geçimini ticaretle temin ederdi. Bunun yanında Peygamber (s.a.s)'in
Medine'de ona bazı tarlalar verdiği de bilinmektedir. Hayber'in fethini
müteakip burada ele geçirilen araziler, savaşa katılanlar arasında
taksim edilmişti. Ancak, Hz. Ömer (r.a) kendi payına düşen araziyi
vakfetmiş ve bir vakıf şartnamesi de düzenlemişti: "Bu arazi satılamaz,
hibe edilemez ve miras yolu ile sahip olunamaz; geliri fakirlere,
akrabaya, kölelere, ALLAH yolunda, yolcu ve misafirlere harcanacaktır.
Vakfı yöneten kişinin ölçülü olarak yemesinde ve yedirmesinde bir
sakınca yoktur" (Buharî, Şurût, 19). İslâmda ilk vakıf olayı budur.

Halife olduktan sonra, devlet işleriyle uğraşmasından dolayı kendi
iaşesinin temini için Ashab'a müracaat etmiş, Hz. Ali (r.a)'ın teklifine
uyularak ona ve ailesine normal ölçülerde devlet malından geçim imkânı
sağlanmıştı. H. 15 yılında müslümanlara maaş bağlandığı zaman, ona da
ileri gelen Ashab'a verilen miktarda, beş bin dirhem maaş tayin
edilmişti. Ancak onun günlük gideri çok mütevazi meblağdı. Ömer (r.a),
yemek olarak genellikle şunları yerdi: Ekmek (buğdaydan olduğu zaman
kepekli), bazen et, süt, sebze ve sirke.

Hz. Ömer (r.a)'ın fazileti ve üstünlüğü hakkında çok sayıda sahih hadis
bulunmaktadır. Hz. Ömer din konusunda o kadar tavizsizdi ki, şeytanlar
bile onunla karşılaşmaktan çekinirlerdi. Bir defasında Resulullah
(s.a.s)'in yanına gitti. Resulullah (s.a.s)'dan bir şey istemek için
orada bulunan kadınlar, Hz. Ömer'in sesini duyduklarında hemen kalkıp
perdenin arkasına geçtiler. Hz. Ömer içeri girdiğinde Resulullah (s.a.s)
gülüyordu. Hz. Ömer ona; "ALLAH yaşını güldürsün ya Resulullah" dedi.
Bunun üzerine Resulullah (s.a.s); "Şu benim yanımda olanlara şaşarım.
Senin sesini işitince perdeye koştular" dediğinde Hz. Ömer; "Ya
Resulullah, onların çekinmesine sen daha layıksın" dedi. Sonra da
kadınlara dönerek; "Ey nefislerinin düşmanları! Resulullah (s.a.s)'den
çekinmiyorsunuz da benden mi çekiniyorsunuz?" diyerek onlara çıkıştı.
Kadınlar; "Evet. Sen Resulüllah (s.a.s)'den sert ve haşinsin" dediler.
Resulullah (s.a.s), Nefsim yed-i Kudretinde olan ALLAH'a yemin olsun ki,
şeytan sana bir yolda rastlamış olsa, mutlaka yolunu değiştirirdi"
(Müslim, Fedâilü's-Sahâbe, 22).

Başka bir rivayette Resulullah (s.a.s) onun için şöyle buyurmuştu:

"Gökte bir melek bulunmasın ki Ömer'e saygı duymasın. Yeryüzünde ise bir
şeytan bulunmasın ki Ömer'den kaçmasın" (Suyûtî, a.g.e., 133).

Resulullah (s.a.s), hakkı görmek ve onu tatbik etmek konusunda Ömer
(r.a)'ın üstünlüğünü şöyle ifade etmekteydi: "Sizden önce geçen
ümmetlerde bazen ilham sahipleri bulunurdu. Eğer benim ümmetimde
onlardan biri bulunursa, Ömer b. Hattab onlardandır" (Müslim,
Fedâilü's-Sahâbe, II). Bu, Hz. Ömer (r.a)'ın işlerinde ve verdiği
kararlarda isabetli davranmasını bir anlamda açıklar niteliktedir.
Nitekim Resulullah (s.a.s); ALLAH doğruyu Ömer'in lisanı ve kalbi üzere
kılmıştır" (Üsdül-Ğâbe, IV, 151; Suyutî, 132) demektedir. Bir defasında
da Hz. Ömer'i göstererek şöyle demişti: Bu aranızda yaşadığı sürece,
sizinle fitne arasında kuvvetlice kapanmış bir kapı bulunacaktır"
(Suyûtî, aynı yer).

Ömer (r.a)'ın bu durumunu bazı konularda inen ayetlerin daha önce onun
gösterdiği doğrultuda olması da te'yid etmektedir. Hz. Ömer şöyle
demiştir: "Rabbime üç şeyde muvafık düştüm: Makam-ı İbrahim'de, hicab'da
ve Bedir esirlerinde" (Müslim, Fedâilüs-Sahabe, II). Hz. Ömer ötekileri
zikretmemiştir. Örneğin münafıkların cenaze namazını kılmaması için
Resulullah (s.a.s)'e inen ayet bunlardan biridir (bk. Müslim, aynı bab;
Hz. Ömer (r.a)'ın görüşleri doğrultusunda nâzil olan ayetler için bk.
Suyûtî, a.g.e., 137-140).
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://webografya.forum.st
 
Hz. Ömer'in Hayatı
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Hz. Ali'nin Hayatı
» Hz. Ebû Bekir'in Hayatı
» Hz. Osman Hayatı
» Peygamber efendİmİz'İn (sav) hayati
» Adem'le Havva'nın Cennet Hayatı

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
WebOgrafya | Webin Coğrafyası. :: İslam ve İnsan Bölümleri :: Peygamberlerin, Evliyaların, Sahabelerin hayatları-
Buraya geçin: