WebOgrafya | Webin Coğrafyası.
Ari Irkın Kökenleri Dünyadışı mıydı Uyeoll10
Sitemizi Firefox İnternet Tarayıcısıyla Daha İyi Görebilirsiniz.
Mozilla Firefox 3.6 Download
Sitemizden Yararlanmak İçin Üye Olun Yada Giriş Yapın.
WebOgrafya | Webin Coğrafyası.
Ari Irkın Kökenleri Dünyadışı mıydı Uyeoll10
Sitemizi Firefox İnternet Tarayıcısıyla Daha İyi Görebilirsiniz.
Mozilla Firefox 3.6 Download
Sitemizden Yararlanmak İçin Üye Olun Yada Giriş Yapın.
WebOgrafya | Webin Coğrafyası.
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
WebOgrafya | Webin Coğrafyası.

Türkiye'nin Paylaşımcı Forumu
 
AnasayfaAramaLatest imagesKayıt OlGiriş yap


 

 Ari Irkın Kökenleri Dünyadışı mıydı

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Da®kAngéLs
Felix F. | Bendeki Sen
Felix F. | Bendeki Sen
Da®kAngéLs


Mesaj Sayısı : 1302
Tecrübe Puanı : 3627
Kayıt tarihi : 05/01/10
Yaş : 30
Nerden : Geldim Ben Buraya?
Ruh Hali : Ari Irkın Kökenleri Dünyadışı mıydı Saldir10
Reklam : Ari Irkın Kökenleri Dünyadışı mıydı 2usehia

Ari Irkın Kökenleri Dünyadışı mıydı Empty
MesajKonu: Ari Irkın Kökenleri Dünyadışı mıydı   Ari Irkın Kökenleri Dünyadışı mıydı EmptyPerş. Nis. 29, 2010 11:35 am

[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]




Ari
Irkın Kökenleri
Dünyadışı mıydı




" Oh! Aryaman senin

birçok yolların, Tanrıların gittikleri yoldur. Ki Onlar; o yollardan,
göklerden
geldiler.
" (Hint kutsal yazılarından Taittirya
Samhita'dan)

Mars
Gezegenin Mirası



Bazı eski yazılarda, bizim zaman
kavramımızın
Mars'tan çok etkilendiği belirtilir. 19. yüzyıl sonlarında
kurulan "Altın
Şafak"
, OTO ve Teozofi örgütleri de Mars
gezegeni ile çok
ilgilenmişlerdi.

İddialara göre, Mars'ın yörüngesi her 108 yılda
bir dünya'ya
yaklaşmaktaydı. Bu yakınlaşma dolayısı ile Mars'taki
kanalların
gözlemlendiği bile iddia edilmiştir. Yine iddialara göre,
Mars'ın bu
periyodik yaklaşımı dünya üzerinde bir seri teröre ve
felakete sebep
olmaktaydı. Bu nedenle anti-halklar Marsı savaşçılar
gezegeni olarak
adlandırmışlardı.

Bazı bilim adamları,
yaşamın genetik olarak Mars'tan dünyaya geldiğini
iddia etmişlerdir.
Pireneler ve İtalya'nın St. Angeles bölgesine göç
eden Gali
ırkların %60-90 oranlarında Rh negatif kan taşıdıkları tespit
edilmiştir.
Rh pozitif kana mensup insanlar bu dünyalıdır, bu dünyada
yaratılmışlardır.
Halbuki Gali ırklar ve/veya kim Rh negatif kana
sahipse o pekala
Mars'lı olabilir. George Hunt Williamson ve George
Adamski 1940'lı
yıllarda, ABD'de UFO2larla temas kurduklarını iddia eden
ilk
şahıslardı. Williamson, Colarado Üniversitesi'nde Arkeoloji
profesörü
idi. UFO'larla ilgili aykırı görüşleri yüzünden bu unvanını
kaybetmişti
Williamson'un aykırı iddiaları daha çok dünyaya gönderilen
bir Mars
kolonisi hakkındadır. Williamson'un iddiasına göre, başlangıçta

dünyaya yerleşen bu ırka "Yaşlılar ırkı" veya Elohim deniyordu.
Elohim'in
niyeti, dünya gezegeni üzerinde gelişmekti. Onların dünyaya
geldikleri
tarihte, mevcut insan ırkı fazla gelişmemişti. Elohimler
dünyaya
gelmek için dinozorların tamamen ortadan kalkmasını beklemişti.
Elohimler
ruhsal bakımdan fazla tekamül etmemiş olmakla beraber, çok
ileri
bir teknik düzeydeydiler. Williamson'un iddialarına göre,
Elohimler
dünyadan evvel Mars'ı kolonileştirmişti ve bu gezegendeki
yaşamları
ile ilgili yazılı bir tarih bırakmışlardı. Mars, o zamanki
yörüngesinde
iken, gezegenin yüzeyinde muhtelif yaşam formları mevcuttu.

Gezegenin yörüngesinin değişmesi ile, Mars'ta iklimlerde büyük
değişiklikler
gözlemlenmeye başladı. Buzlanma ve havanın buzları
eritecek kadar
ısınması çok hızlı olarak birbirini takip etti ve bunun
sonucunda
seller mevcut kanalları genişlettiler. Bu olaylardan sonra
gezegenden
yaşayanlar buradan göç etmeye karar verdiler. Ruhsal olarak
tekamül
etmiş olan Mars'lılar, gezegenden ayrılmayarak başka bir boyuta
geçtiler.
Psişik olarak bu kadar gelişmemiş bir grup ta zaman
makinelerini
veya uzay araçlarını kullanarak fiziksel formları ile
dünyaya göç
ettiler.

Bu göç, Marslı bir bedenden dünyalı bir bedene reenkarne
olmak şeklinde
de sürdü. Williamson bu inanılmaz hikayesini, bu
varlıkların bilgilerini
kristallerde sakladıklarını söyleyerek
bitiriyordu. Onun iddiasına
göre, bu kristallerden bazıları And
dağlarındaki "Yedi Işın"
mabedinde saklanıyordu. Williamson
dünya dışı varlıklarla temas
kurduğunu iddia ettiği zamanlarda,
gezegenin bir başka tarafında Mars'la
ile ilgili ani bir canlanma
olmuştu. Naziler Tibet'teki arkeolojik
araştırmalarının sonucunda,
Mars tarihinin bir diğer yüzünü
keşfetmişlerdi. Bu araştırmalarda
bulunan muhtelif eşyalarda Mars'taki
bir medeniyetin izlerine
rastlanmıştı. İlginçtir ki bu buluntular,
Williamson'un bu
kayıtlardan bazıları günümüzden 450.000 yıl, daha
eskileri ise 1
milyon yıl geriye gidiyordu. Williamson, And yerlilerinin
çanak ve
çömleklerine Mars haritası çizmelerinden çok etkilenmişti.
Uzakdoğu'da
ve Güney Amerika'da bulunan tarihi eşyalar içinde en
önemlisi,
insanların şuurluluğunu yükseltmek için yapılan, kristal
tabletlerdi.
Bu tabletler 2 boyutlu olmakla beraber, üç boyutlu bir
görüntü
verebiliyor ve 4. boyut deneyimini veya aşkınlık sürecini
yaşatıyordu.
Bu çeşit malzemeler, "Aslanın gizli yerleri" adı verilen
yerlerde
saklanıyordu. Bu tip yerlerde giriş kapılarını (Mısır'daki
Sfenks'te
olduğu gibi) aslan heykelleri koruyordu. Bütün bu yerler en
kutsal
yerler olarak iliniyordu. Bu yerlere fiziksel olarak veya
boyutlar
arası bir giriş yapmak mümkün değildi. Günümüzde bu yerlerden
en
önemlisi Çin'de bulunan Şensi piramitleridir. Şensi'de 10 tane büyük,
3 tane küçük piramit ve 3 tip Sfenks vardır. Mao'nun ordusu Tibet'i ele
geçirdiği zaman Nazilerin buradaki etkisi sona erdi. Bu bölge günümüzde
de ziyaretçilere yasaktır. Williamson'a göre, Şensi piramitleri
gezegenimizdeki
açılacak son mühürdür. Eğer onlar açılabilirse, dünyanın
enerji
(Ley) hatları ile temas kurmak, yani kayıp bir bilimi yeniden
keşfetmek
mümkündü. Bu enerji hattının keşfi yalnız "Serbest Enerji"nin
temininde
değil, insanların şuurluluğunda da büyük bir değişime yol
açabilirdi.
Naziler, Tibetli rahiplerden işte bu sırrı öğrenmişlerdi.
Fakat bu
sırrı veren Tibetli rahipler de ne yazık ki Mao'nun
askerlerinin
kurbanı olmuşlardı.

Tabii ki bu tabletlerin Mars'tan gelebileceği
düşüncesi, "Normal
Amerikan Düşüncesini"
çok rahatsız
ettiği için, bu gerçeklerin
kabulü o zamanlar için imkansız
görülmüştü.

Eski Mısır'a ait ezoterik yazılarda, Sirius
gezegeninden gelen ışığın
ayin sırasında bir inisiyeye gelmesi
önemli bir olay olarak
belirtilmişti. Eski Mısır gibi, eski Mars
medeniyeti de bu yıldızdan çok
etkilemişti. Mars üzerinde görülen
geometrik şekiller, Sirius
gezegenini övmek için yapılmıştı. Bir
efsaneye göre, Mars üzerindeki
yüz, "Sukon" denilen bir tanrı
veya solar logos için yapılmıştı.
Siriuslular, onun izni ile
Mars'a yerleşmişlerdi. Mısırlılar, onu "Seth"
olarak
bilirlerdi. Siriuslular Mars'a yerleştikleri zamanlarda Mars
hayatın
beşiği idi.


Sümer-Aryan Bağlantısı


Hitler'in çevresindeki bazı okültistlere
göre,
Aryanlar ve onların genetik mirası eski Sümerler'e dayanıyordu.
Bu "aydınlanmış"
ve "pozitif" insanlar, "Sümer Yılan
Kardeşliği"
veya
"Vril" kimliği ile tanımlanıyorlardı. Bu kardeşlik
örgütü, tarih
boyunca "Haşhaşiler" ve "Esensiler" ile
birlikte
çalışmıştı. Bu kişilerin öncelikli misyonu "Aryan kanının
saflığını"

korumaktı.

Bu kardeşlik örgütü üyeleri, misyonları gereği
Ortaçağlarda "Tapınak
Şövalyeleri"
ne, daha sonra da "İlluminati"
ve üst derece
Masonluğa sızmışlardı.


"Sümer Yılan Kardeşliği" Örgütü


W. Bramley, "Gods of Eden" (Cennetin

tanrıları) adlı kitabında gizli örgütlerin insanlık tarihinin arka
planındaki
itici güç olduğunu iddia etmektedir. Bramley'e göre, gizli
örgütler,
tarih öncesi "Yılana tapanlar" kültü tarafından,
insanlığı
zalim "Nezaretçilerin" (Dünya dışı ziyaretçilerin)
tuzağından
kurtulmak için kurulmuştu. Bu uğraşları başarısızlığa
uğrayınca, "Yılan
Kardeşliği"
örgütüne "Nezaretçiler"in
ajanları sızdı ve
örgüt insanlığa karşı cephe aldı. Bu örgüt, bugün de
muhtelif gizli
örgütler içinde yeniden doğarak yaşamakta ve insanlarla
ile ilgili
birçok olayı yönlendirmektedir. Bramley'in "Yılana
tapanlar"

kültü ve gizli örgütlerle ilişkileri oldukça gerçekçidir.
Bilindiği
gibi, yılan insanlar tarafından bilinen en eski dinsel
sembollerden
biridir. Tevrat'ta, Musa'nın Yahudiler arasında "Yılana
tapan"

bir mezhebe rastladığı anlatılır. Bu mezhep, yüzyıllar
boyunca
yılan için insanları kurban etmişti.

Modern dinler tarafından,
yılan –diğer bütün pagan sembollerle beraber-
kötülüğün ve şeytanın
bir sembolü sayılmıştır. Yılana tapanlar dinlerini
devam ettirmek ve
baskılara maruz kalmamak için gizli örgütleri
kurmuşlardı.
Bramley'e göre, bütün gizli örgütler –Masonlar, Gül
haçlılar, İran
ve Asya mezhepleri, eski "giz" mezhepleri,
paganlar, yılana
tapanlar v.b- birbirlerinden ne kadar farklı
görünürlerse
görünsünler, hepsinin ortak motifleri ve inançları vardı.
Örneğin
"her şeyi gören göz bütün bu örgütlerde çok sık karşımıza çıkan
bir
semboldür. Bramley, "Her şeyi gören göz""Horus'un gözü"
bu göz sembolünü kullanmışlardı. Peki bütün bunları birbirine bağlayan
halka ne idi?

Bramley, bu insanların "tanrılar" dedikleri
varlıklardı diye
cevaplamaktadır. O, mitolojide tabletlerine kadar
geriye giderek, tarih
öncesi çağlarda da aynı hikayeleri bulduğunu
iddia etmiştir. Bramley'e
göre bu tanrılar havada uçabiliyor ve
insanlara benziyorlardı. Bazı
iddialara göre, Führer'in yardımcısı
R. Hess adı geçen örgütün (Yani
Vril veya diğer adı ile Sümer Yılan
Kardeşliği) önde gelen
inisiyelerindendi ve Hitler'den daha üstü bir
derecede idi. Hess, 1941
yılında Hitler Almanyası'nı terk ederek,
özel bir kişi ile görüşmek ve
bir çeşit büyüsel ayine katılmak üzere
İskoçya'ya gitti. Bu ayin bir "Zaman
Yolculuğu"
ile ilgili
idi. Kontrol grubu, "Marduk" diye
bilinen Aryan gezegeninin
Mars'la aynı yörüngede rezonansa girmesini
beklemişti. Çünkü ancak
bu şekilde zamanda yolculuk yapılabiliyordu.
Hess'in İngiltere'de
Crowley'in Ashdown ormanında Hess'i İngiltere'ye
getirmek üzere bir
büyü ayini yaptığı biliniyor. Başka bir iddiaya göre
de, gerçek Hess
başka bir zamana gönderilmişti. Yerine Hess'e benzeyen
başka birisi
geçmişti. Birçok muhafazakar kaynaklar ve Nürnberg
mahkemelerini
eleştirenler, R. Hess'in bir ikizi (genetik kopyası mı)
ile
değiştirildiğine inanmışlardı.

William Bramley, "The Gods ef
Eden"
(Cennetin tanrıları) adlı
kitabında Orange hanedanı
üstündeki görünmeyen Alman etkisini, "Yılan
kardeşliği" örgütüne
bağlar. Bramley adı geçen kitabında Avrupa'daki
monarşi kurumunun
eski Sümer tanrılarına kadar uzandığını ileri
sürmüştü. Sümer
tabletlerinden anlaşıldığına göre, ilk insan krallar,
insan
kadınları ile evlenen dünya-dışı nezaretçi yöneticilerin soyundan
geliyordu.
Böyle bir soy, kraliyet kanı kimliğini kazanmayı hak
ediyordu. Bu
tanrılar "Mavi Derili" veya "Mavi Kanlı"
olarak ta
biliniyordu ki, "Mavi kan"ın soylular için
kullanılmasının
bir sebebi de budur.

William R. Lyne, "Space Aliens From The
Pentagon"
(Pentagonlu
uzaylı-yabancılar) kitabında,
Sümerlilerin dünya dışı kökenli olduğunu
iddia eder. Lyne göre, "Sümer"="Marduk"un
"Kara Güneş
halkı"
anlamına geliyordu. Yine ona göre,
Cermen kabilelerin kökeni
Hyperborea'ya dayanıyordu. Bazı CIA
araştırmacılarının yaptığı
araştırmalar da Sümerlilerin kökenlerinin
Aldebaran denilen yıldıza
kadar uzandığı tespit edilmişti.

(Bir üçgen içinde ışık saçan
göz), Masonlukta da kutsal olarak kabul
edilen bir semboldür,
demekteydi. İlk Hıristiyanlar ve Mısır dini
de


  1. Gri'ler
    ya da Marduk'lular olabilir.

  2. Bu konuda daha ayrıntılı bilgi edinmek
    isteyenler
    Zecharia Stichin'in "12. Gezegen" isimli kitabına
    başvurabilirler.

  3. Marduk, 12. gezegen olarak da bilinir.
    Sümerliler
    bu gezegeni "NİBİRU" diye adlandırıyorlardı. Yörüngesinin
    Jüpiter
    ile Mars bir yerde göründüğü iddia edilir. (Maldek mi? Astreoit
    Kuşağı
    mı?)


Vril-Medyumlarına Gelen
Kanal Bilgilerine Göre
Sümer-Aldebaran İmparatorluğu (Summi Dünyası)



Aldebaran, Boğa takım yıldızının en önemli
yıldızıdır.(1)
Ortaçağ'da Kara Taş Tapınakçıları gizli örgütünün
medyumsal ve/veya
trans-iletişimi yoluyla elde ettiği bilgiler, 20.
yüzyılda Vril
örgütünün elindeki bilgilerle tam bir uyum içindeydi. Bu
elde edilen
bilgilere göre, Aldebaran bilinmeyen sayıda gezegene
sahipti. Ama
bu gezegenlerden ancak ikisinde yaşam vardı. Aldebaranlılar

güneşlerine "SUMİ" ve üzerinde yaşam olan iki gezegene de "Sumi-Er"
ve "Sumi-An" diyorlardı. Aldebaran İmparatorluğu "SUMERAN"Lar
ve "SUMMİ" olarak da bilinmekteydi. (Dünyaya gelen
Aldebaranlılar
da kendilerine "Sümerliler" diyorlardı.) Daha
evvel de
belirttiğim gibi, Sümer kral tabletleri şu kelimelerle
başlıyordu; "Kraliyet
gücü göklerden geldiği zaman.."
Yani
göklerden tanrılar değil
kraliyet gücü Sümeran Aldebaranlı insanlar
gelmişti. Bunun en
belirgin izini, eski Mezoptamya kültürlerindeki
kanatlı boğa
tasvirlerinde görmekteyiz. Bu sembole Sümerlilerde ve
onların
kültürel mirasçısı olan halklarda sıkça rastlanmaktayız. 13.
yüzyıl
Alman Isais açıklamalarında bu çok açık olarak belirtilmişti:
"Yardım
boğanın başından gelecektir."
Yani Boğa takım yıldızının
ana
yıldızı Aldebarandan… İncil'de ise Aldebaran Summi sembolü olan
kanatlı
boğa kötülüğün sembolü Moloch'a dönüştürülmüştü.[2]

Summi
gezegenler sistemi, bizim güneş sistemimize benziyordu. Sumier ve
Sumeran
adlı gezegenler kendi güneşlerine 2,5 milyar km. ve takriben 80
dünya
yılı uzaklıktaydı. Bir "Aldebaran Yılı" takriben "80
Dünya
Yılı"
ediyordu. Medyumsal bilgilere bakılırsa, Summi-Aldebaran

kültürü kesiksiz bir evrim çizgisi takip ettiği için, birkaç milyon yıl
yaşında ve bizim dünyamızdan daha eski, hem de çok daha ileri bir
seviyede
idi.

Şayet dünyamızın teknolojik ilerlemesinin son 70 yıl içine
sığdığını
düşünürsek, Summi-Aldebaranın biz dünyalılardan
milyonlarca yıl ilerde
üstün bir medeniyet olduğunu anlarız. Summi
Aldebaran sisteminde
insanlar uzun süredir ayrı ırklar halinde
yaşıyorlardı.

"Işıklı tanrısal insanlar" Sumi-Er
gezegeninde yaşıyorlardı ve bu
"Alfa-Aldebaranlılar"
İmparatorluğun tek egemen gücü idi. Diğer
"Aşağı Irklar"
"Maymun Adamlar"
haline gelmişlerdi.
Dünyamızda da tarih öncesi
çağlarda yaşadığı iddia edilen maymuna benzer
insanlar, böyle bir
mutasyon sonucu oluşmuş olabilirler. Günümüzde de
Avustralya ve Yeni
Gine'deki ilkel bir yaşama sahip zencilerin varlığı,
yukarıdaki
ihtimali güçlendirmektedir. (Eski doğu yazılarında büyük ve
korkunç
bir savaş olduğu ve bunun sonunda yaratıklar halinde geldiğinden

bahseder. Asurlular, zencilerin böyle bir savaşın sonunda ortaya
çıktığına
inanırlardı. Bu inanca göre, büyük tufan, nükleer bir savaştan

sonra hayatta kalan tanrısal insanlar tarafından hayvanlaşmış insanları
yok etmek amacı için, bilinçli olarak yaratılmış bir felaketti.
Gılgamış
destanında da bir atom bombasının hatıraları korkunç sahnelerle

anlatılmaktadır.) Aldebarandaki "aşağı" renkli ırk ile, kolonicilerin
birbirileri
ile karışmalarının sonucunda, kolonicilerin düşünsel ve
manevi
kabiliyetleri yok olmaya başlamıştı. Takriben 500 milyon dünya
yılı
sonra, Summi-Aldebaran'ın güneşi genişlemeye başladı.
Summi-Aldebaran
güneşi "kızıl bir dev" halini almaya başladığı
zamanda, bu
güneş sisteminin sadece 2 gezegeninde yaşam vardı. Yani
Sumi-Er ve
Sumi-An'da.. Kurtulan kolonicilerin torunları, Sumi-An
gezegenini
Alfa ırkının acil bir göçü için, muhtemel rezerv bir gezegen
olarak
görüyorlardı.

Aldebaranlılar, yaklaşık 500 milyon yıl önce –yani
dünya daha Kambrium
devrinde iken- gelmişlerdi. Bu devirde yaşam
okyanuslarda ve sularda
daha yeni başlamıştı. 500 milyon yıllık
fosilleşmiş bir ayakkabı izi ve
ayakkabının ezdiği, 400 milyon yıl
önce nesli tükenmiş olan bir yengeç
türü olan Tribolit. Bu iz yegane
örnek değildir, 200 milyon yıllık, 60
milyon yıllık ve Dinozorlar
devrine ait insan ayak izlerine
rastlanmıştır. Buradan şu sonucu
çıkarabiliriz: Aldebaranlılar 500
milyon yıl önce ilk defa dünyaya
ayak basmışlar ve muhtemelen burada
bazı üsler kurmuşlardı. Bu
üslerden Thule, Atlantis ve Mu gibi ilk
efsanevi dünya medeniyetleri
türemiştir. Aradan geçen binlerce senelik
zaman dilimi içerisinde,
Aldebaranlılar gezegenlerinin genişleyen
güneşinin tesirinden
korunmanın çaresini buldukları için, dünyada
devamlı kalmaları için
artık bir sebep kalmamıştı. İlk gelişlerinin
üstünden yüz binlerce
yıl geçtikten sonra, üslerini ortadan kaldırarak
geri döndüler. Bazı
Aldebaranlılar ise dünyada kalarak burayı yeni
vatanları olarak
benimsediler. Dünyada kalan Aldebaranlılar,
Mezopotamya'da yüksek
bir uygarlık kurdular. Sümer uygarlığı işte bu
insanların eseridir!
Aldebaranlılar bu uygarlığa, güneşleri olan
Summi'den türettikleri
"SÜMER"
adını verdiler.

Yukarıda verdiğim bilgilerden de
anlaşılacağı gibi, Sümerler ve ilk
Cermenler, Aldebaranlıların
soyundan gelmekteydi. 1970'li yıllarda
Özbekistan'ın Fergana şehri
yakınındaki "Ohma"da binlerce yıllık
kaya resimleri bulundu.
Bu resimlerin birinde, uzaylı astronot
diyebileceğimiz bir şeklin
yanında, Alman Vril-1 uçan dairesine çok
benzeyen bir disk
bulunuyordu!!!..

Vril uçan daireleri gerçekten de Aldebarandan
gelen medyumsal mesajların
sonucunda Almanya'da imal edilmiş miydi?
Yoksa bu bir "Zaman Uzay
Deliğinin"


Summi
İmparatorluğu, yani Sumeran-Aldebaranlılar, "Capella" ve "Regullus""Aslan"
takım yıldızının ana yıldızıdır. Oraya yerleşen "yabancı ırklar"ı
belki de Summi-Aldebarandan gelen yıldızlar arası kolonicilerin,
mutasyona
uğramış, torunları oluşturuyordu. Summi-Aldebaran ve
düşmanları
Capella/Regulus arasındaki savaş çok uzun bir zaman devam
etmiş ve
hiçbir taraf şu savaşta teknik üstünlüğe sahip olmalarına
karşılık,
Capella ve Regulus'un da çok büyük sayıda insan malzemesi
vardı.
Bizim dünyevi zaman hesaplarımıza göre 20. yüzyılın 40'lı ve
50'lı
yıllarında Aldebaranlılar düşmanlarına son ve kesin darbeyi
vurarak,
arkalarını serbest bir duruma geçirmişlerdi. Şunu da kabul
etmek
gerekir ki, çok eski zamanlarda dünyamızı yalnız
Aldebaran-Sümerliler
değil, Capella ve Raguluslular da ziyaret
etmişlerdi. Dünyadaki üç
ana ırk zenciler hariç bunlara bağlı olarak
gelişmiş olabilir.

Sumeran
(Aldebaran) İmparatorluğu siyasi olarak "Teokrasi" olarak

nitelendiriliyordu. İmparatorluğun başında –aynı zamanda baş rahibe
olan-
bir imparatoriçe vardı. Böylece imparatoriçe hem siyasi, hem de
manevi
bir önder oluyordu. (Ortaçağdaki Papalığın gücüne benzer bir güce

sahipti.) İmparatoriçenin altında en yüksek yasama organı olan "İmparatorluk
Bakanlığı"
vardı. Başkan her zaman bir erkek olurdu. Başkan, bütün
uzay
filosunun ve savaş gücünün de komutanı idi. Başkan ayrıca hem
ekonomik
alanda, hem de diğer alanlarda alınan kararlardan sorumlu idi.
Sonuç
olarak Aldebaran imparatorluğunun üçlü bir yönetim tarzı ile
yönetildiğini
söyleyebiliriz;
Sumi-An gezegeninde yaşıyorlardı
ve
Sumi-Er'e girmeleri yasaklanmıştı. Gezegenler arası nükleer
savaşların
sonunda kolonilerde yaşayan bir kısım halk, yüksek radyasyona
maruz
kaldıkları için mutasyona uğrayarak, içine düşerek, binlerce
yıl
önceki geçmişe mecburi bir yolculuk yapan bir Alman uzay gemisi
miydi?
güneş sistemlerindeki imparatorluklarla savaş halindeydiler.
Capella,
Samanyolu'ndaki "Arabacı" takım yıldızının ana yıldızı, Regulus
ise


  1. İmparatoriçe,
    rahip ve rahibeler,

  2. İmparatoriçe ve imparatorluk başkanı,
    başkan
    imparatoriçe ile birlikte ekonomik ve askeri yönetimi
    belirlerdi.

  3. Her şeyi kontrol eden Süper Bilgisayar "Malock"
    ve onun kutsal muhafızları.


1944 yılında Vril örgütü mensubu
medyumların
aldıkları mesajlara göre (Kanal Bilgileri) Aldebaranlıların
gezegenler
arası "Uzay-Savaş" gemileri:

Aldebaran Gezegenler arası Uzay
Savaş Kruvazörü

• Uzunluğu: 1,5 km.
• Genişliği: 1,0 km.

Taşıdığı
Diğer Uzay Araçları:

• 3 adet disk şeklinde gezegenler arası
keşif gemisi.
• Çapı: 45 m Yüksekliği: 20
• 1 adet puro şeklinde
gezegenler arası yolculuk ve taşıyıcı nakliye
uzay gemisi.

Uzunluğu: 150 m. Genişliği: 50 m.


Aldebaran Gezegenler arası Uzay Savaş
Gemisi


• Uzunluğu: 3,0 km.

Genişliği: 2,0 km.

Taşıdığı Diğer Uzay Araçları:

• 14 adet
puro şeklinde gezegenler arası taşıyıcı uzay gemisi.
• Uzunluğu: 150
m. Genişliği: 50 m.
• 3 adet disk şeklinde uzay keşif gemisi: Bu
gemiler daha küçük
boyutlarda 42 adet gezegenler arası keşif gemisi
ihtiva etmekte idi.



Aldebaran Gezegenler arası Süper Uzay Savaş

Gemisi:



Uzunluğu: 6,0 km.
• Genişliği: 3,0 km.

Taşıdığı Diğer Uzay
Araçları:

• 10 adet puro şeklinde gezegenler arası taşıyıcı uzay
gemisi.
• Uzunluğu: 450 m. Genişliği: 150 m.
• 81 adet disk
şeklinde uzay keşif gemisi: Bu gemiler de daha küçük
boyutlarda 810
adet disk şeklinde gezegenler arası uzay keşif gemisini
ihtiva
ediyordu.

Aldebaran-Summi uzay filosu başkomutanı Amiral Zoder,
Nazi Almanyasının
emrine 280 savaş gemisini tahsis etmeye hazır
olduğunu ve bu gemilerin
Srock cephesinde hazır tuttuğunu
bildirmişti. Zoder, eğer Almanya yardım
talep ederse, gemilerin
Mars'taki üslerden dünyaya yolu yola
çıkabileceğini bildirmişti.
Hesaplanan tarihlere göre, bu gemilerin
dünyaya varış tarihleri
1992/93 ve 2004/2005 olacaktı.


Efsanevi Thule Uygarlığının Dünya
Dışı
Bağlantıları



Thule
bilindiği gibi kutupların ötesindeki
Hyperborea'nın başkenti idi.
Thule veya Tulla (Sanskritçe'de Tula denge
anlamına gelmektedir.)
Dünyanın merkezindeki güneşle –ki siyah küre veya
kara boşluk olarak
da bilinir- ilgili bir mitolojinin de kaynağıdır.
Thule efsanesi en
saf şekli ile evrendeki arşetipik güçleri temsil
etmekte idi.
Thule, dünya-dışı Elohimlerin, dünyanın yerlileri ile
genetik olarak
ilk defa karıştıkları bir yerdi. Elohimler bu karışımdan
bugün
insan olarak canlıyı ortaya çıkarmışlardı. Thule örgütü mensupları

kendilerini Tötonik efsanelere ve dünya dışı "Yaşlılar Irkı"nın
(Elohimlerin)
kutsal bilgilerini araştırmaya adamıştı. Thule'cilere
göre, kuzey
mitolojileri bu ırkın kutsal kökenlerinin kodlanmış
bilgilerini
ihtiva ediyordu. İnsanlar ve tanrılar arsındaki ilk savaş
başladığı
zaman "Ultima Thule"

Miguel Serrano, ezoterik
Hitlercilikten bahseden kitabında, eski
efsanelere göre, Hyperborea
devlerin ve üstün insanların yaşadığı bir
yerdi, demektedir. Bu
efsanelerde, kuzey kutbunun ötesinde bulunan cam
gibi şeffaf bir
şehirden bahsedilmekteydi. Burada yaşayan üstün
insanların derisi
maviye çalar bir beyazlıktaydı ve saçları da altın
sarısı idi.

Uzay
kuzeyin kadınları ise, tanrısal güzelliğe sahip, büyücüler ve
rahibelerdi.
Bu kadınlar büyüsel "Vril" gücü yardımı ile, yerçekimini
yenip
havada yükselebiliyor ve uzak yıldızlarla iletişim
kurabiliyorlardı.
Bugünkü İzlanda, Grönland ve Spitzbergen o efsanevi
kıta'dan geri
kalan yerlerdir. Bazı araştırmacılara göre, yukarı kuzey,
yani
Atlantis ve Hyperborea, dünyanın aynı bölgesine verilen farklı
isimlerdi.
Eflatun'un bahsettiği Atlantis, aslında kutup bölgesinde
bulunuyordu.
16. yüzyılda yaşamış İzlandalı simyacı Arne Saknussem,
İzlanda'yı
batık kıtadan geri kalan yer olarak belirtmekteydi. MÖ 4000
yılında
buzulların erimesi ile birlikte, çözülen buz kitleleri, bir
felaket
sonucu batan Hyperborea'ya ulaşmayı imkansız bir hale
getirmişti.
Hintli düşünür Hilak'a göre, Aryanlar kutuplardan önce
Gobi'ye,
sonra Hindistan'a gelmişlerdi. Diğer bir kol ise önce
Kafkaslar'a
sonra da Avrupa'ya göç etmiştir. Hinduizm, Yoga ve
felsefesi, çok
uzaklarda kalmış bu kuzeyli bilgeliğinin hatıralarından
ibaretti.
Efsanelere göre, "Vril" denilen bu dünya dışı güç
yardımı
ile, hava gemilerini düşünceden bile daha süratle hareket
ettirmek
mümkündü. Bu gemilerin ne pilotu, ne de uçuş yönetim
tertibatları
vardı. Mahabbarata'da tarih öncesi çağlara ait bir savaş
hikayesinde,
bu hava gemilerinden "Vimanalar" ve
"Dhurakhapalamlar"

olarak söz edilir. Bu hava gemileri bazı ses
titreşimleri yardımı
ile olduğu kadar, insanların düşünce ve duyguları
vasıtası ile
yönlendirilebiliyorlardı.
Tötonik cennet bahçesi
olarak
tanımlanıyordu.


Tarih Öncesinin Hint uçan
daireleri; Vimana'lar



Mahabbarata ve Ramayana'da uçan cisimlere
ait
birçok açıklamalar vardır. Hindistan'daki bu eski kültür yapıtları
sayesinde
eski Hindu'lar uçan makineler yapabilecek bir seviyede
bulunuyordu.
Yantrasarwasman kitabının "Vimandhi Karanam"
bölümünde uçan
araçların yapımı ve kullanımı ile ilgili mufassal
açıklamalar
vardır. Eski Hint kaynaklarından 3 çeşit Vimana olduğunu
öğreniyoruz:


  1. Mantrika

    Vimanalar,

  2. Tantrika
    Vimanalar ve

  3. Kritika Vimanalar.

Bu gemilerin hepsi ayrı bir güçle
çalışıyordu.
Gemilerin itici gücü ile ilgili açıklamalar,
Vimanachandrika,
Vyomanya Tantra ve Khete Vilasa adlı kitaplarda bütün
tafsilatı ile
anlatılmıştır. Bütün bu adı geçenlerden evvel "Saktydugama

Vimana"
adlı bir gemi bulunuyordu ve bu elektrik enerjisi ile
çalışıyordu.
Bu uçan makineler muhtelif tip merceklerle donatılmışlardı.

Tüplerine göre güneş ışınlarını ya topluyor ya da yansıtıyorlardı. Bu
şekilde
makineye havada uçma gücü veriyorlardı. "Amshuvavaragam"
denilen
araçlar doğrundan güneş enerjisi ile çalışan makinelerdi.
Hyperborea'daki
felaketten kaçarak İzlanda'ya ve Grönland'a sığınanlara
ne olmuştu?
Onlar yok olmuşlar mıydı?

Yoksa kozmik müzik gücü ile çalışan
Vimanalarına binerek, düşünceden
daha hızlı bir şekilde, geldikleri
Kara güneşin yakınında bulunan ve
yeşil ışık saçan başka bir yıldıza
mı dönmüşlerdi? Biz onların
bazılarının dünyadaki kaldıklarını ve
muazzam güç ve yetenekleri ile
insanların genlerini mutasyona
uğrattıklarını biliyoruz. Bu mutasyon
dıştan değil, içten
yapılmıştı.

Efsaneler göre bu ırk, dünyanın içine yani, Agarta ve
Şamballa kentlere
sığınmıştı. Maya'ların en eski kutsal kitabı "Popol
Vuh"
da
Hyperbor'lulardan, beyaz tanrılardan söz eder. Onlar
günün birinde
dünyanın içinden veya yıldızlardan geri dönme sözü
vermişlerdi. Bu
tanrılar "Kali Yuga" döneminin sonunda
(Bizim içinde yaşadığımız
dönem) vuku bulacak dünya ekseninin
kayması sonucu bir dizi dünyayı
sarsacak doğal felaketler sonrası,
yeniden dünyaya geleceklerdi. O zaman
ilk başlangıç döneminde olduğu
gibi, kutuplar yeniden bir kutup halinde
doğru bir eksene
bağlanacaktı. İlk dönemde, yani Satya Yuga döneminde
olduğu gibi
insanlar 1000 seneden fazla yaşabilecekti.


İçinde Bulunduğumuz Karanlık Çağ
Kali-Yuga'nın
Özellikleri



Biz,
belirlenmiş sikluslara (devrelere)
göre dönem dönem evolüsyondan
bozulmaya geçmekteyiz. Başlangıçta
faziletlerin doruk noktasına
eriştiği Altın Çağ'da faziletlerin payı
4'te 4'tü. Onu izleyen
uygarlık Gümüş Çağı'ndan geçiyordu ve faziletler
4'te 3'e düştü.
Ondan sonraki Tunç Çağı'nda ise faziletler 4'te 2'den
daha fazla
değildi. Demir Çağı'nın başlangıcı bu faziletlerin dörtte
birlik bir
bölümünü kesip attı. Geriye kalan o dörtte birlik faziletler
de bu
uygarlığın giderek düşüşü ile birlikte eriyip gidecek ve siklusun
sonunda,
tüm faziletler rezalete dönüşecek, utanma kalkacak,
rezaletlerin ve
tutkuların zincirlerinden boşanması gibi, savaşlar ve
ihtilaller de
birbirini izleyecek ve tüm sanatlar yolundan şaşacak; tüm
bunlar
yeni bir tufanın gelip yeryüzünü bu nefret edilesi şeylerden
temizlenmesine
kadar sürecektir.

Çağımız antik çağlardaki büyük çöküş
devirlerine benzemektedir ve
günümüzdeki çocukların pek çoğu bu
felaketlerin tanıkları olacaklardır.
Tüm kutsal yazılar bizlerin,
yani 5. ırkın bu korkunç çöküşünü önceden
söylemişlerdirler: Toplum,
refahın tek amaç edinildiği, maddi
zenginliğin ise faziletin yegane
kaynağı haline geldiği, karı ve koca
arasındaki tek bağın tutku
olduğu, cinsellik ticaretinin yegane zevk
vasıtası olduğu bir
safhaya gelirse, Kali Yuga (Demir Çağı) içindeyiz
demektir. Hindu
kozmolojisinde bizim dönemimizi de kapsayan Kali
Yuga'nın 18 Şubat
Cuma MÖ 31022de başladığına inanılır. Hz. İsa, Demir
Çağ'ının sona
eriş döneminin insanların "ızdıraptan kaçışları"
olarak
tanımlamış, Aziz Luka da gelecekteki tufandan söz ederken "İnsanlar
kabaran denizi ve dalgaların azgınlığını görünce korkudan
öleceklerdir"

ifadesini kullanmıştır. Bu sonuna ermekte olan 5. ırk,
bilimi en uç
sınırlarına kadar vardıracaktır ama gelecekteki 6.ırk'ın
uğraşısı
insanları metafiziğe doğru sevk etmek olacaktır. İnsanlık
olarak
evolüsyon ve envolüsyonun kesiştiği o büyük kırılma noktasına
gelmiş
bulunmaktayız. İnsanlığın ayıklanması için gerekli olan imtihan
da
şu anda gerçekleştirilmektedir.

J. Van Helsing'e göre, "Ultima
Thule"
Hyperborea kıtasına göç
eden ilk Ayranların başkenti
idi. Bu kıta Lemurya ve Atlantis kadar eski
bir geçmişe sahipti.
Hyperborea Kuzey denizinde bulunuyordu ve bir buz
çağının sonunda
denize gömülmüştü. Thule'lilerin inançlarına göre,
Hyperborlu'lar
Boğa takım yıldızında bulunan Aldebaran güneş sisteminden

gemlilerdi. Hyperborlular takriben 4 m. uzunluğunda, beyaz derili,
sarışın
ve mavi gözlüydüler. Bunlar barışsever insanlardı ve vejetaryen
bir
beslenme biçimini benimsemişlerdi. (Hitlerin de vejetaryen olduğunu
hatırlatmakta
fayda görüyorum.) Thule örgütünün elinde bulunan belgelere
göre,
Hyperborlu'lar teknik olarak çok ileri bir düzeyde idiler. Onlar,

bugün bizim "UFO" olarak bildiğimiz, onlarınsa "Vril-ya"
dedikleri uçan disklerine sahiptiler. Bu uçan diskler, birbirine zıt
dönen
2 manyetik alan yardımı ile yerçekimini yenerek, yükseliyorlardı.
(Levitasyon=Havaya
yükselme ve yerçekimsizlik) ve ayrıca korkunç bir
hıza ve manevra
yeteneğine de sahiptiler. Bugünkü UFO'larda da Vril
gücünün enerji
potansiyeli ve güç kaynağı olarak kullanılmakta idi.
(Vril=Eter, Od,
Prana enerjisi, Çi, Kozmik güç, Orgon enerjisi olarak da
bilinir.
Akat'larda, Vril=En yüksek tanrı, tanrı gibi, anlamına
gelmekteydi)

Hyperborea
batmaya başladığı zaman, Hyberbor'lular büyük makineleri
vasıtası
ile dünya kabuğunu oymaya ve devasa tüneller açmaya
başlamışlardı.
Daha sonra bu tünellerini kullanarak Himalaya bölgesinin
altına göç
ettiler. Bu yer altı imparatorluğuna daha sonra "Agartha"

veya "Agarthi" dendi. İmparatorluğun başkenti ise, "Şamballa"
idi. Pers'ler bu yer altı imparatorluğuna "Ariana" veya "Arianne",
yani (Ayranların anavatanı) diyorlardı. Thule'nin aslında Atlantis
olduğuna
inanmıştı. Ona göre, Thule Atlantis'lileri iyi ve kötü olmak
üzere 2
gruba ayrılmışlardı. Kendilerine "Agarthi" denilenler
iyilerdi
ve Himalaya bölgesinin altında yaşıyorlardı. Diğerleri ise "Şamballa"
grubu ve "kötüleri" temsil ediyorlardı. Bunlar insanları köle etmek
istiyorlardı
ve batılılarla ilişki içindeydiler. Haushofer'e göre,
Agarta ve
Şamballa arasında 1000 seneden beri bir mücadele sürmekte idi.
Bu
mücadeleye daha sonra örgütü de Agarta'nın temsilcisi olarak
katılarak,
Şamballa'nın temsilcisi Masonlar, Siyonistlerle olan kavgayı
devam
ettirmişti. Muhtemelen bu da Thule'nin misyonu idi. Bu yer altı
imparatorluğunun
efendisi, Dünya Kralı "Rigden Iyepo" idi. Dünya
Kralının
yeryüzündeki temsilcisi ise Dalay Lama idi. Haushofer, Tibet ve

Hindistan gezileri sırasında Himalayaların altındaki imparatorluğun
Aryan
ırkının çıkış yeri olduğuna inanmıştı. Thule'nin amblemi sola
dönen
bir gamalı haçtı. Tibetli lamaların ve şahsen Dalay Lama'nın
açıklamalarına
bakılırsa, Agarta halkı bugün de mevcudiyetlerini devam
ettiriyordu.
Yer altı imparatorluğu, bütün doğu öğretilerinde kökleşmiş
bulunuyordu
ve yeryüzünün her tarafına dağılmış vaziyette idi. Örneğin;
Sahra
çölünün altındaki dev merkezlerde, Brezilya'daki Matto Grosso
dağlık
bölgesinde, yine Brezilya'nın Catarina dağlarında, Yukatan,
Meksika,
Kaliforniya'da Şaşta dağında, İngiltere'de, Mısır'da ve
Çekoslovakya'da.
Hitler'in bütün uğraşı, yeraltındaki Agarta
imparatorluğuna giden
girişi bulmak ve Aldebaran-Hyperborea'lı
Aryan-tanrısal insanların
soyundan gelenlerle temas kurmak idi. Yer altı
imparatorluğu ile
ilgili efsane ve söylencelerde, dünya yüzeyinde kötü
bir savaşın
(III. Dünya Savaşı) olacağı, bu savaşla beraber meydana
gelen
depremler, diğer doğal felaketler ve kutup ekseninin kayması
sonucu
insanların üçte ikisinin öleceği, belirtilmişti.

Bu son savaştan
sonra dünyanın içindeki muhtelif ırklar, dünya yüzeyinde
hayatta
kalanlarla yeniden birleşerek 1000 yıllık "Altın Çağ"ı
(Kova
Çağı'nı) başlatacaklardı. Hitler, Ari ırkın efendi olduğu bir "Dış"
Agarta veya "Ariana"yı yaratmak istemişti ve Almanya'da bu
ırkın
vatanı olacaktı. III. Reich zamanında SS'ler "giriş"leri
bulmak
için Himalayalara iki büyük keşif gezisi düzenlediler.

Diğer
keşif gezileri ise, And dağlarına, Brezilya'daki Motto Grosso ve
Santa
Catarina dağlarına, Çekoslovakya'ya ve İngiltere'ye düzenlenmişti.

Jürgen Spanuth gibi Herman Wirth de Atlantis'i neo-hyperborik bir
anlayışa
göre yeniden değerlendirmiş ve bu yüksek medeniyetin, kutup
bölgesinde
(özellikle Grönland'da) oturan ilk yerleşimcilerin bir eseri
olduğunu
iddia etmiştir. J. Gorsleben, MÖ çağlardaki kuzeyli kültür
mirasının
izlerinin Hyperborik-Atlantis bilgilerini ihtiva ettiğini
düşünmektedir.



Atlantik
Uygarlığını Kuranlar



Yaşadığımız çağdan 250-300.000 yıl kadar
önceleri Atlantik
uygarlığını kurmuş olanlar dünyamız insanlarından
değillerdi. Başka
bir gezegenden gemlilerdi. Öte yandan Mars
gezegeninden gelenler
merkezi Asya'da Gobi çölü yakınlarında olan büyük "MU"
uygarlığı
kurmuş olan insanlardır ve bunların da Atlantik uygarlığı
ile
ilişiği yoktur. Mu ve Atlantik uygarlıklarını kuranlar ayrı
ırklardandı.
Atlantiklilerin ana dünyası dünyamızdan 4,3 ışık yılı
uzaklıkta
bulunan Proxima Centaurus yıldız sistemine bağlıydı. Proxima
Centaurus
veya Balkı denen bu sistem birkaç yıldızdan teşekkül
etmektedir. Bu
yıldızlardan Proxima çevresinde uydu halinde bulunan
Alpha Centaure
A ve Alpha Centaure B üzerinde durmak gerekir. B, A'dan
daha parlak
görünür, aynı zaman daha da büyüktür. Baavi gezegeni,
Proxima
çevresini 311 gün 27 saat 12 dakikada döner. Bu yıldız
dünyamızdan
1,5 kere daha büyüktür. Atmosferi dünyamıza çok benzer ve
yaşamaya
çok elverişlidir. Geceleri aydınlık geçer. Bu yüzden gezegene
"Güneşin
Oğlu" denmiştir ve halkına da "Baavililer""dev"
üstün
insanların yaşadığı iddia etmektedir.) Efsanevi Apollo, yukarı
kuzeye
yani Hyperborea'ya yaşamaya giderdi. Serrano bilginin dünya
dışından
dünyaya geldiğini iddia etmektedir. Tanrısal Hyperborlular,
yarı
tanrısal Atlantisliler bu dünyanın çocukları ile karışmamışlardı.
Hinduizm'de
insanlar 3 gruba ayrılıyordu; Tamas, Raja, Sattva.
Kuala-Tantrizminde
de insanlar yine 3 gruba ayrılmıştı; Pasu (Aşağı veya
hayvansı
insan), Vriya (Kahraman insan) ve Divya (Tanrı insan).
Çağımızda
insanlar materyalizm bataklığına saplanarak, "dünya
insanı"

grubundan bile aşağısına düşmüş vaziyettedir.

Yukarı kuzeydeki,
Hyberborea'daki Thule, Atlantis ile aynı zamanda
ortaya çıkmıştı.
Burada, efendilerin mekanında, Atlantisli yönetici
sınıf inisiye
edilirdi. Kutbun orta noktasında onlar, dünya-dışı
öğretileri
öğrenirlerdi. Thule, bir millet veya bir halk değil, ölümsüz,

tanrısal varlıkların oluşturduğu bir büyücüler cemaati idi.

Hyperborea'da
yaşayan beyaz mavi ırk için "mavi kan"ın saflığını
korumak
çok önemliydi. Hyberborea'nın beyaz tanrıları başka yıldızlardan

–belki de çok uzakta kalmış bir çağda- Venüs'ten gelmiş olabilirlerdi.
Tiahunaco
efsanelerinde adı geçen Mamakocha, Orejona, Kontiki, Virakocha
ve
diğerleri Thule'den, yani Tolteklerin, Mayaların ve İnkalar'ın
atalarının
yurdundan gelmişlerdi.

Serrano, "Adolf Hitler El Ultimo
Avatara"
(Son Avatar Adolf
Hitler) adlı başka bir kitabında
(1984) Thule felsefesini detaylı bir
şekilde açıklamıştı.

Serrano'ya
göre, Hitler Vişnu'nun 10. Avatarı (Yani Kali-Yuga döneminin
sonunu
getirmek için enkarne olan Kalki Avatar=Mesih) idi. Budizm
terminolojisine
göre, Hitler bir "Tulku" veya bir "Bodhisattya"
idi.
Yani, kendisini bu dünyaya yeniden doğuş çemberinden kurtarmış,
dünyaya
gönüllü olarak, insanlığı kurtarmak için gelmiş kutsal bir kişi
idi.
Bu sebepten o eleştirilemezdi. Serrano, bu kitabında da Hitler'in
II.
Dünya Savaşı'ndan sağ olarak kurtulduğunu ve 1945 yılında, bir Alman
uçan dairesine binerek, Güney Kutbundaki yer altı sığınağına kaçtığını
anlatır.
Hitler, exoterik (dıştaki) savaşın sona erdiğini bildiği için,
Güney
Kutbu'ndan ezoterik (Batıni) savaşını sürdürmeye devam etmişi.
Yazar,
adı geçen kitabında zamanda oldukça gerilere giderek, galaksimiz
dışından
gelen varlıkların, dünyamıza "İlk Hyperborea"
oluşturduklarını
iddia eder. Ona göre bu kozmik kökenli insanların
kurduğu
medeniyeti gizlemek için, dünyamızda büyük bir komplo mevcuttu.
Hyperborea'lıların
kozmik kökenlerine ait son bilgiler, İskenderiye
kütüphanesinin
yakılması ile yok edilmişti. Bu Demiurg örneklerini
Neanderthal
insanlarının kalıntılarında da gördüğümüz, aşağı, robotik
tip
insanları yaratmıştı. Demiurg'un yaratıkları için planı; Onların
tekrar
ve tekrar bu dünyaya yeniden doğmaları idi. Buna "Pitriyana",
yani "Ataların Yolu" deniyordu. Hyperborea'lılar için Demiurg'un
reenkarnasyon çemberine düşmek söz konusu değildi. Öldükleri zaman
onlar,
tanrıların, yani "Devayana"ların yolunu seçerek, Tulku'lar

veya Bodhissattva'lar gibi, isterlerse yeniden dünyaya gelirlerdi.

3.
göze sahip ve Vril gücüne hükmeden Hyperborea'lılar, cinsel birleşme
yoluyla
değil, bedenlerinden dışarı doğru yayılan bir plazma vasıtası
ile
ürerlerdi. Hyperborea'lıların damalarında "Kara Güneş"in
ışığı
dolaşırdı. Onların en büyük maceraları, Demiurg'un mekanik evreni
ile
savaşmak amacı ile dünyaya enkarne olmaları idi. Bu kutsal savaşa
girmiş,
ilahi varlıklar olarak, birincisi görünmez olan Hyberborea'dan
sonra,
Kuzey Kutbu çevresindeki kıtada 2. Hyperborea'yı oluşturdular. Bu
"Altın
Çağ"ı
n veya "Satya Yuga"nın egemen olduğu
devirlerdi. Bu
devrin yöneticisi, zamanın da efendisi olan Satürn ve
yardımcısı
Rhea idi. Bundan sonra Hyperborea'lılar dünya gezegeninin
aşağı
ırklarına, yarı-hayvan bir durumdan çıkmaları için yardımcı olmaya

başladılar. Siyah, sarı ve kızıl renkli ırklara bir zerre ölümsüzlük
vererek,
dünyayı spirütüelleştirmeye başladılar. Daha sonra, Tevrat'ın "Yaratılış"
bölümünde de açıklandığı gibi bir felaket meydana geldi. Tanrıların
çocukları,
insanların kızları ile birleşerek, onlardan çocuk sahibi
oldular.
Hyberborealılar, Demiurg'un yaratıkları ile kanlarını
karıştırarak
büyük bir hata yapmışlardı. Ve bu kan karışımı "Büyük
Günah"
a
ve "Cennetin Kaybolmasına"
denir. Öte yandan
Sanşoniaton
Fenike tarihinde, Bavlılar Baalbekte gemileri için bir alan
inşa
ettiler diye yazmaktadır. Hakikaten de, Lübnan'daki Baalbek
harabeleri
eski bir hava alanını andırır. Miguel Serrano'ya göre,
Hyperborlular
göklerden gelmiş tanrılar veya yarı tanrılardı.(Bazı Alman
okült
yazarlar Thule'de yol açtı. Bu günahın fiziksel sonucu olarak,
bir
ay veya komet dünyaya çarptı ve Kuzey ve Güney Kutup bölgelerinin
yerleri
değişti ve Hyperborea yeniden görünmez bir duruma geldi.



Kaynaklar:


  1. Preston B. Nichols & Peter Moon, "Pyramids of
    Montauk",
    Sky Boks, 1998 New York

  2. William Lyne, "Space Aliens from The
    Pentagon",
    Creatopia Prductions, Revised and expanded second edition,
    1995

  3. Peter Moon, "The Black Sun"
  4. Jan Van Helsing, "Geheimgesellschaften
    und ihre
    Macht im 20. Jahrhundert"

  5. Miguel Serrano, "Das Goldene Band"
    (Esoterischer
    Hitlerismus)

  6. Ara Avedisyan, "Evrende En Büyük Sır",
    Sümer Yayınevi

  7. Turgut GÜRSAN, Hitler'in Almanyası
    Gizli Tarihi
    sf. 149-169

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://webografya.forum.st
 
Ari Irkın Kökenleri Dünyadışı mıydı
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
WebOgrafya | Webin Coğrafyası. :: Dünya Efsaneleri :: Araştırmalar-
Buraya geçin: